“Salutare România”
Horezu – Polovragi – Peştera Muierilor
2017 Bölüm 5
Sibiu’dan, yılan gibi kıvrılan, dar, muhteşem manzaralı dağ yollarından Horezu’ya vardık. Buranın benim için ayrı bir özelliği var. Fransa’da bir eğitim sırasında, birlikte çalıştığım Romen arkadaşım Simona ile buluşacağım. 2006 yılında eşi ile Türkiye’ye geldiğinde evimizi ziyaret etmişlerdi. Yıllar sonra şimdi kendi ülkesinde görüşeceğiz. Horezu küçük bir yer. Seramikleri ile ünlü. Dağın eteğinde çok güzel bir otelde kalıyoruz. Polovragi doğal parkında “Pensiuna Castania”.
Romanya’da devlet halkı desteklemek adına,küçük otel işletmeciliğini teşvik etmiş. Burası gayet temiz bir aile işletmesi. Odaya yerleştikten sonra, içtiğimiz nefis bir çorba, sıcak sıcak, iyi geldi doğrusu. Güler yüzlü cana yakın insanlar ama hiç yabancı dil bilmiyorlar. Otel müşterisi, İngilizce bilen bir Romen aile aracılığıyla anlaşabildik. Herkes bir şekilde yardım etmeye çalışıyor. Önemli olan iyi niyet. Dışardaki terasta bir kahve içtik. Hava çok soğuk olduğu için fazla dayanamadık. Gece ormandaki ulu ağaçların biraz da ürkütücü şarkılarıyla uyuduk.
Sabah kırmızı sardunyalarla süslü terasta, bol oksijen yüklü havayı soluyarak nefis bir yerel kahvaltı yaptık. Kocaman bir bahçe ve ormanı seyretmenin huzuru bir başka.
Otel Horezu’nun merkezine çok yakın. Kahvaltıdan sonra hemen yola çıktık. Horezu kelimesi bize Farsçadan, Romenlere de bizden geçen “Horoz” kelimesinden geliyor. Her tarafta seramik dükkânları var. En güzeli ve meşhur olanı “Ceramica Pietraru”.Çok değişik bir yapı ve birbirinden hoş seramikler. Etrafındaki dükkânları silip süpürmüş. Romen arkadaşlarımızla burada buluşmayı kararlaştırmıştık. Tam gezerken bir el omzuma dokunuyor ve özlemle kucaklaşma anı yaşıyoruz. Sohbet ederek bir seramik atölyesine giriyoruz. Nevşehir misali. Nerede olursa olsun bu çok emekli ve inanılmaz bir sanat. İnce ince işleniyor. Arkadaşlarımız bizi görmek için altı saatlik yoldan geldiler. Romenler de halkımız gibi misafirperver. Sizi iyi ağırlayabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar.“Şurayı da gezdirelim burayı da görsünler” diyerek, koşuşturuyorlar.
Öğlen yemeği için “Doi Cocoşi” adlı yerel lezzetlerin bulunduğu bir restorana gittik. Mükemmel yemekler. Özellikle tatlıları. Restoranın hemen karşısında bahçesinde havuzu bulunan bir oteli var. Romenlerin tercih ettikleri bir yer. Yemekten sonra, buraya yakın (23km) bir mağarayı görmeye gittik.”Peştera Muierilor” girişte ev yapımı şuruplar satılıyor.
Burası termal alan, hem de 3,4 milyon yıllık bir mağarayı barındırıyor. Mağara 7 km. uzunluğunda ama sadece 2 kilometreye kadar olan yeri gezilebiliyor.1958 yılında mağaraya elektrik düzeni getirilmiş. Gruplar ve rehber eşliğinde gezebiliyorsunuz. Mağaranın girişi ile çıkışı aynı yerden değil. Girişe gelebilmek için biraz tırmanıyorsunuz. Mağaranın bir özelliği de içinde çok sayıda ayı iskeletinin bulunması. Bolca yarasa, sarkıt ve dikitlerin olduğu mağarada “Türk Salonu” diye bir bölümün olması ilgi çekici. “Galbenul” nehrinin sularından oluşan mağara gizemli. Karpat dağlarının arasındaki bu mağaranın adı “Kadınlar Mağarası” diye geçiyor. Efsaneye göre Geto-Dacien’in manevi lideri Zamolxe burada yaşıyormuş. Zamolxe her şekle girebiliyormuş. Mağarada onun tahtı olduğu söylenen taşın olağanüstü bir enerjisi olduğu düşünülüyor.
Mağara beni fazlasıyla etkiledi. Görülmeye değer bir yer. Buradan tarihi Polovragi-Gorj Manastırına gittik. İnce ince işlenmiş tahta giriş kapısı tam bir sanat eseri. Polovragi köyündeki bu manastır 500 yıllık bir geçmişe sahip. Girişten, biraz yüründüğünde manastır hemen kendini gösteriyor. Büyük bir bahçenin, çiçeklerin içinde.2005 yılında restorasyon görmüş.
Siyah giysileriyle papazlar dua ediyorlar.İçerde ağır bir hava hâkim. Her noktada bir işleme, bir süs. Rahibeler kutsal olan bazı eşyalar satıyorlar.Manastır bizim otele çok yakın.Biraz çevreyi dolaşıp otelimize dönüyoruz. Arkadaşlarımızla sohbet etmek keyif verici. Romanya’daki hayat şartları hakkında konuşuyoruz. Avrupa Birliğinin desteğiyle Romanya biraz toparlanmış ama çok yoksulluk çekmişler. Hala da geçimin zor olduğunu söylüyorlar.
Tekrar görüşmek dileyerek ayrılıyoruz. Onların oturduğu şehir uzak olduğu için biz gidemedik. Bir dahaki sefere diyoruz. Yarın yolumuz Köstence’ye.
Sabah, Horezu Manastırını ziyaret ediyoruz. Manastırlar ortaçağda okul olarak kullanılmışlar. O devrin okulları. Medreselere benzer teolojinin hâkim olduğu yerler. Çok geniş bir arazi içine yerleşmiş.1690 yılında Prens Constantin Brâncoveanu tarafından yaptırılmış. Manastır UNESCO Dünya Mirasları arasında yer alıyor.
Güzel bir manastır. Din adamlarının kaldığı bölüm oldukça büyük. Bugün yol uzun. Karadeniz kıyısında Mamaia’da kalacağız. Romanya’nın Riviera’sı. Tüm gezilerimizi planlarken internet üzerinden yer ayırtıyoruz. Sadece Katmandu’daki bir otel bizi hayal kırıklığına uğratmıştı. Şimdi buna Mamaia’daki otel de dâhil oldu. Bu Karadeniz kıyısı pek tanınmış.Ama yapılaşma çok kötü. Plansız, içiçe. Yüksek yapılar. Karmakarışık caddeler. Biz deniz kıyısında Caraiman Otelde kalacağız. Genelde çocuklu Romenlerin tercih ettiği bir yer. Temizlik düzen diye bir şey yok. Dökülüyor. Bir havuzu var ama girilecek gibi değil. Bu bölgede yer ayırtırken iyi seçim yapmak gerekiyor. Akşama doğru geldiğimiz otele eşyalarımızı bırakıp yemeğe çıktık. Hemen plajlardan birine giderek ünlü kıyı şeridini görmek istedik.
Doğal olarak bu saatte el ayak çekilmiş. Ama plaj gerçekten güzel gözüküyor. Kilometrelerce süren kumsalda birkaç plaj oldukça ünlü. Burası Alanya’ya benziyor. Sırasıra dükkânlar, restoranlar, barlar. Her yerden bir ses geliyor… “Terasa Andreea” oldukça kalabalık bir restoran. Bazı Türk yemekleri de var. Akşam yemeğini burada yiyoruz. Ne yediğimizi ne de içtiğimizi anlıyoruz. Tam bir eziyet. Masalar arasında geçecek yer bile yok, insan seli.
Yemekten sonra cadde boyunca yürüyoruz. Sağda plaj ve barlar. İğne atsan yere düşmeyecek sözü burası için az kalır. Güzel bir müzik dinleyebilmek ve bir şeyler içmek için Kafe Del Mar’a oturuyoruz. Kaliteli bir mekân. Ertesi sabah kahvaltımızı otelde yapıyoruz. Denizdeki köpük ilgimi çekiyor. Nedeninin kirlenme olduğunu düşünüyorum.
Artık günümüzü plajda geçirip dinlenmeyi planlıyoruz. Gerçekten güzel bir gün. Deniz kum keyifli. Akşamüstü geç vakte kadar yüzdük. Otele dönüp üstümüzü değiştirdikten sonra Köstence’yi görme vakti geldi.
Karadeniz kıyısında bir liman kenti olan bu şehrin tarihi çok eskilere dayanıyor. M.Ö 600’lü yıllarda kurulan şehir 2000 ‘li yıllarda “Tomis”adını almış. Karadeniz’in en büyük limanına sahip. İzmir’e benzettim. Özellikle kordonunu. Köstence 1419’da Osmanlı egemenliğine girmiş ve 1878’e kadar devam etmiş.
Binalar eski, bakımsız. Arabayı park ettikten sonra merkeze yürüdük. Bu şehirde Osmanlı’dan kalma epeyce eser bulunuyor. Şehrin en büyük meydanında, Latin edebiyatının ünlü şairi Romalı Ovidius Publius Naso’nun heykeli var. 1887’de yapılan heykel Ulusal Tarih ve Arkeoloji Müzesinin hemen önünde yer alıyor. Müze binası ve içindeki parçalar görmeye değer.
Müzeden sonra minaresini gördüğümüz camiye doğru gidiyoruz. “Kral Camii”1823’te yapılmış. Camii 1910 yılında Romanya Kralı I.Carol tarafından Müslüman nüfusun ibadeti için onarılmış. 102 yıldır hizmet vermekteymiş. En hoşuma giden şey de Cumaları hutbenin üç dilde okunması. Türkçe, Arapça ve Romence. Bunun adı “Hoşgörü” Camiinin ilk yapısı Osmanlı Sultanı II. Mahmud tarafından yaptırılmış. Bu nedenle “Mahmudiye Camii “olarak da bilinmekte.
Yol üzerindeki “Zebrano” restoran, düzgün dekoruyla ilgimizi çekiyor. Tomis bulvarında, kaliteli bir yer. Çeşit çeşit deniz mahsulleri var. Sakin ve düzgün bir yemekten sonra dolaşmaya devam ediyoruz. Yavaş yavaş karanlık çöküyor ve bazı yapılar yıpranmışlıkları ile alacakaranlıkta bir hayalet gibi görünüyorlar.
“Casa Cu Lei” IX. yüzyılın sonlarına doğru yapılmış olan bu evin mimarisi oldukça orijinal. Ön cephesinin oturduğu 4 sütun üzerinde aslan heykelleri bulunuyor.1930’lu yıllarda muhteşem salonlarıyla ünlü bu ev, Constanta’nın Mason teşkilatı üyelerini ağırlarmış.
Önünden geçtiğimiz Saint Petru ve PavelOrtadoks Katedrali (1883-1885) Katedral 1941’de bombalı saldırılardan zarar görmüş, sonradan onarılmış.
Constanta’nın ünlü kordonunda gezmek için sahile gidiyoruz. Çok fazla satılık, kiralık ev tabelasına rastlıyoruz. Burası hoşuma gitti. Çoluk çocuk tüm aileler bir baştan bir başa tur atıyorlar. Hava serin. Elisabeta caddesi ile Remus Opreanu sokağının kesiştiği yerde Constanta’nın ünlü tarihi deniz feneri 8 metre yüksekliğinde. Ancak ışığı 21m yukarı çıkabiliyor.10 ile 24 km uzaktan görünüyormuş.
Fener Ermeni mühendis Artin Aslan tarafından yapılmış. Cenevizli tüccarlara atfen. Prens I.Carol 1879’da burayı ziyaret etmiş. Fener 1913’e kadar hizmet vermiş.
Romenlerin Milli romantik şairi Mihai Eminescu’nun (1850-1889)heykeline rastlıyoruz. Şair 16 yaşındayken ilk şiir kitabını çıkarmış. “Çoban Yıldızı” adlı eseri Dünya Rekorlar Akademisi tarafından “En uzun sevgi şiiri” seçilmiş. UNESCO, 2000 yılını bu şaire adamış.
Kordonun kıvrımında 1904-1910 yılları arasında Romen mimar Petre Antonescu tarafından yapılan Köstence Gazinosu yer alıyor. O kadar güzel ve değişik bir yapı ki hayran olmamak elde değil. Ama bir o kadar da üzülüyorsunuz. Zira terk edilmiş. Bir hayalet yapı. Burası bir zamanlar Romanya’nın en gözde mekânlarından biriymiş. Dünyanın her yerinden gelen varlıklı kişiler burada kumar oynarlarmış. II. Dünya Savaşı sırasında epeyce hasar gören bu şehirde o da nasibini almış. Salonları dekorlarıyla pek ünlüymüş. Özellikle avizeler ihtişamlarıyla biliniyormuş.
Tam önünde, dev sinema ekranıyla bir açık hava sineması kurulmuş. Çok hoş bir görünüm oluşturuyor. Karadeniz kıyısında denizin serinliğinde sandalyelere oturan halk keyifle film izliyor.
Kıyısının bir üst caddesinde kara tarafında “Queen Elisabeth” adlı restoran tarihi bir binada ve oldukça kaliteli. Ertesi gün döneceğimiz için böyle güzel bir yerde oturup Köstence’yi seyretmek istedik.
Köstence çok güzel bir şehir. Hatırı sayılır bir tarihe sahip ve çok değişik inançların bir arada yaşadığı, Karadeniz’in havasını soluyan bir yer. Burada daha fazla kalabilmeyi isterdim.
Ertesi sabah erkenden Bükreş’e doğru yola koyulduk. Zira bugün günlerden Temmuz’un 30’u ve bizim önce İstanbul sonra İzmir uçuşumuz var. Gezilerin en sevdiğim ve en sevmediğim anı: Dönüş. Yol mükemmel. Otobanda rahat ilerliyoruz. Bükreş’e gelince ilk işimiz Ata’mızın büstünün bulunduğu yere gitmek oluyor. Büstün altında Mustafa Kemal Atatürk “Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu” 1881-193∞ ve onun güzel sözü “Yurtta Barış Cihanda Barış” Türkçe ve Romence yazılmış. Ölüm tarihinde 8 sayısının sonsuz işaretiyle belirtilmesi büste ayrı bir anlam yüklüyor. Calea Victoriei caddesinde Mustafa Kemal Atatürk Meydanında bulunuyor. Büst hemen yan tarafındaki “Ramada Majestic” oteli tarafından yaptırılmış. Atatürk’ün ölüm yıldönümünde büstün etrafı çiçeklerle süsleniyormuş. Dünyanın kabul ettiği liderimiz önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz.
Karşısında tiyatro binası bulunuyor. Bu çok güzel geniş bir cadde. Sanırım burası Bükreş’in iyi bir semti. Bir şeyler atıştırdıktan sonra arabayı teslim ediyor ve havaalanına gidiyoruz.
Romanya, ülkemize çok yakın ve gezerken fazlasıyla zevk aldığımız bir yer. Umarım tüm gezginlerin yolu bir gün bu buraya düşer.