Uçsuz Bucaksız Anadolu – 2.Bölüm
Yozgat
Yozgat’a ikinci gelişimiz. Bu sefer Yozgat’ın farklı yerlerini görmek istiyoruz. Şehirde alt geçitler ve yollar yapılıyor. Tam bir şantiye. Biz şehrin tepesindeki Çamlık Milli Parkında yer alan Çamlık Otelde kalacağız. Yozgat’ı tepeden seyrediyor. Çamlık, Türkiye’nin ilk Milli Parkıymış. Kafkas Çamı denilen bir tür barındırıyor. Buradan Yozgat ilinin akciğerleri diye bahsediliyor.
Hava muhteşem. Oksijen bolluğu biz büyük şehirde yaşayanlar için sersemletici. Alışık değiliz. Gece geç bir vakitte vardık. Otel bakımsız ama güler yüzlü ve içten davranan çalışanlar bizi oldukça mutlu etti. Güneşin batışı, kararan gökyüzü, manzara mükemmel.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Şahmuratlı Köyünde Kerkenes Harabelerini gezmeye gidiyoruz. Kerkenes Dağında bulunan harabelerin Antik kaynaklarda Heradot’un belirttiği kayıp şehir Pteria’ya ait olduğu düşünülüyor. Şehir demir çağında M.Ö 600 yıllarında Medler tarafından kurulmuş bir Frigya şehri. Esas önemi şehri çevreleyen 7 km uzunluğundaki surları olması.1993’ten beri kazılar yapılmakta. Bazı parçalar Ankara Anadolu Medeniyetleri müzesinde sergileniyor. Çok fazla yağmalandığı için epeyce kayıplar olmuş.
Harabeleri ararken yanlış bir yola girince Alcı Köyüne varıyoruz. Şuradan mı gidelim buradan mı derken bir araba gözümüze çarpıyor. Sahibi ile konuşmaya başlayınca köylüler etrafımıza toplanıyor. Başlıyoruz sohbete. Buralarda epeyce kazı yapılmış. Değerli eşyalar bulunmuş. Anadolu’nun misafir sever halkı bize hemen çay ikram ediyor. Buranın tarihi hakkında ilginç anılardan bahsediyorlar. Köyde çok insan çevre illere göç etmiş ama köylerini unutmamışlar. Her zaman ziyarete geliyorlarmış. Bize yolu tarif ediyorlar. Kerkenes harabeleri büyük bir alana yayılmış. Çok fazla bir şey gözükmemesine rağmen burası beni çok etkiledi.
Yollar mükemmel. İnişli, çıkışlı. Süzüle süzüle Sorgun’a gidiyoruz. Testi kebabı yemek istiyoruz. Nefis bir tat. Bu yöreye gelen herkes bu tadı tatmalı diyorum. Et testinin içinde uzun zaman pişiyor. Yerken ağızda dağılıyor. Yolun üzerindeki tezgâha sıralanmış testiler yemeğin ne denli lezzetli olduğunu düşündürüyor. Desti Kebap 66 adlı restoranda “Yozgat Kebabı” yiyoruz. Geçen seferki seyahatimizde yemek kısmet olmamıştı.
Sorgun’da yemek keyfimiz bitince Yozgat’ın Sarıkaya’sına doğru yola çıkıyoruz. Tarihi Roma Hamamlarını görebilmek için sabırsızlanıyoruz. Bir efsaneye göre bu yöre kralının güzel kızı amansız bir hastalığa yakalanmış ve yürüyemez bir hale gelmiş. O tarihlerde Sarıkaya tamamen bataklıkmış ve burada bulunan çamurlu su şifalıymış. Kral kızını suyun bulunduğu yere getirmiş. Kız kısa bir sürede ayağa kalkıp yürümüş. Bunun üzerine kral buraya mermerden bir havuz yaptırmış. Daha sonra bu havuzun çevresinde şehir kurulmuş. Büyük bir depremle yıkılan şehirde sadece 10 gözlü ve iki katlı mermerden duvar kalmış.
Şehrin ortasında. Kaplıcaların bulunduğu iki katlı binalar tarihi hamamın yanında. Adeta iç içe girmiş. Karmakarışık yapılar tarihi eserin bütün güzelliğini yok etmiş. Yapılan kazılar nedeniyle içeriye giriş zor. Ama bu görüntü bizi fazlasıyla üzdü. Nasıl olmuş ta bu saçma yapılaşmaya izin verilmiş bilmem. Tarih bu dar yere sıkışıp kalmış, nefes almaya çalışıyor.
UNESCO Dünya Mirası geçici listesine girmiş. Dünya üzerinde sadece iki yerde bulunan yaklaşık 2000 yıldır termal suyu akan bir hamam. Bir diğer örneği de İngiltere’nin Beth bölgesinde bulunuyormuş. İstikamet Sivas. Yollar ve dingin doğa muhteşem. Dağlarda inekler, koyunlar otluyor. Hava o kadar net gökyüzü o kadar güzel bir mavi ki hayran olmamak elde değil. Yolun ortasından karşıdan karşıya hiç telaş etmeden geçen bir kaz ailesi burada zamanın nasıl aktığını gösteren güzel bir örnek.
Sivas’a girerken yol çok ilginç. İki tarafı ağaçlıklı olan yol, düz dik bir yokuş şeklinde tırmanıyor. Bu şehri çok merak ediyorum. Zira anneannem ve dedemin öğretmenlik görevlerine ilk başladıkları yer, Sivas. Cumhuriyetin kurulmasında büyük rol oynamış bu güzel şehir, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Fırat Nehri’nin oluşturduğu vadi arasında kurulmuş. Toprak genişliği bakımından Türkiye’nin ikinci büyük şehri. Sivas tarihi İpek Yolu üzerinde yer alıyor. Ayrıca Lidyalıların başşehri Sardes’ten başlayıp Persapolis’e kadar giden, M.Ö VII. Yüzyılda Kral Giges tarafından yaptırılan ve yaklaşık 2700km uzunluğundaki “Kral Yolu” da buradan geçiyor.
Şehrin ana caddelerinden Atatürk caddesinde ilerliyoruz. Bir yandan da otellere bakıyoruz. Royal Sivas Otel güzel gözüküyor ama önünde durmak büyük sorun. Ben arabada bekliyorum eşim boş yer olup olmadığını sormak için içeri giriyor. O sırada polis yanıma geliyor. Sohbet başlıyor. Meğer o da Alcı Köyündenmiş. Orayı gördüğümüzü öğrenince çok memnun oldu. Otelde kalmaya karar verince oradan birileri arabamızı alıp, park yerine götürdü. Bavullarımızı çıkardıktan sonra hoş bir sunum ile getirilen Türk kahvemizi içiyoruz. Akşam Sivas’ta yaşayan bir tanıdığımız bizi otelden alarak Atlı Spor Kulübüne götürüyor. Sivas bizi sık sık şaşırtıyor, hiç beklemediğimiz sahneler görüyor, anlar yaşıyoruz.
Sivas’ın çevresinde buna benzer dört kulüp varmış. Akşam aileler gelip çoluk çocuk ata biniyor. Yaşlanan ya da bir sorundan dolayı koşuya çıkamayan atlar burada bakılıyorlar. Bir çeşit at oteli. Çok güzeller. Bu arada meşhur Sivas köftesini yiyoruz. Geç vakit otele dönüyoruz.