Beste Serim Erbak: “VAN GÜZEL” Van..

Doğu Anadolu Günlükleri 2022
“VAN GÜZEL”Van

Uzun zamandır görmek istediğim Doğu Anadolu şehirlerini kapsayan geziye Van’dan başlamaya karar verdik.
Aslında iki Alman arkadaşımızla birlikte gidecektik.Uzun uzun planlar yapıldıama ne yazık ki onların son anda geçirdikleri kaza gelmelerine engel oldu. Her şey kısmet diye boşuna dememişler.
Eşimle birlikte çıktığımız yolculuk ,Ağustos’un ilk günü, uçağımızın İzmir’den 11.10’da hareket etmesi ve 13.15’te Van, Ferit Melen Havalimanına inmesiyle başladı. SunExpress Havayollarının İzmir çıkışlı direk uçuşları İzmirliler için büyük bir fırsat oldu. Özellikle yurtdışı seyahatlerinde İstanbul aktarmalı uçuşlar bir hayli yorucu oluyor. Ancak uçuşun son hafta aniden bir gün önceye alınması bütün planları altüst etti. Tüm Dünyayı etkileyen KüreselCOVID-19 salgınının yarattığı ekonomik kriz uçuşlarda birçok değişikliklerin yapılmasının nedeni. Sanırım doluluk oranları hesaba katılıyor. Hatta birçok uçuşta el bagajı ile seyahat etmek daha ucuz olabiliyor. Artık bagajlı, bagajsız diye iki farklı fiyat görmek mümkün. Biz Van gezimize iki gün ayırmıştık ama birdenbire üç gün olmak zorunda kaldı. Bu durum özel programı olanlar için zor ama bizi pek etkilemedi.

Havaalanı oldukça küçük, çıkışta karşılaştığımız ünlü Van kedisi ve yavrusunu simgeleyen heykel ise devasa boyutta. Otelimiz şehir merkezine uzak değil.“Double Tree by Hilton Otel ” ana cadde üzerinde. Hemen kiralık araba bulamadığımız için, arabayı Hakkâri’ye giderken almaya karar verdik.

Van şehrinin konumlandığı, Van Gölü havzası Kalkolitik dönemden beri, gerek verimli toprakları, çok sayıda akarsuyu ve zengin bitki örtüsü, gerekse uygun iklim koşullarına bağlı eşsiz doğası nedeniyle, M.Ö. 5000 ve 3000 yıllarından itibaren,çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış. Tarih boyunca, tercih edilen yerleşim bölgelerinden biri olmuş. Bu toprakların ilk efendisiOrta Asya’dan göç eden Hurriler’miş. Onlardan sonra yine Orta Asya’dan gelen Urartular bölgeyi ele geçirip,M.Ö. IX. yüzyılda Urartu Krallığını kurup, krallığının başşehrini de Van (Tuşba) yapmışlar.Bu kadim topraklar, Medler, Roma İmparatorluğu, Ermeni Derebeyleri, Partlar, Sâsânîler, Asurlular gibi tarihin eski çağlarından beri birçok medeniyete kucak açtıktan sonra 1071 Malazgirt Zaferiyle Türklerin eline geçmiş.

Bu güzel şehir sizi hiç ummadığınız bir anda, ummadığınız bir yerde geçmişe çekiveriyor. Amerika’nın Texas Eyaletinde de “Van” adında bir şehrin olması ne ilginç. Aynı şekilde Almanya’nın Berlin kentinde bir gölün adı da “Van Gölü”(Wannsee). Seyahat yazılarımı yazarken karşılaştığım bu tür tesadüfleri çok hoşuma gidiyor. Bu gezimde bu tür yer adı benzerlikleriyle birkaç kez karşılaştım.

Otelimiz Van Gölüne bakıyor. Aslında Van’da “Göl” demiyorlar. “Deniz” diyorlar ki bu konuda çok haklılar. Göl Türkiye’nin en büyüğü, Dünyanın ise en büyük,sodalı gölü olarak biliniyor.
Nemrut dağının volkanik patlaması sonucu oluşan gölün suları tuzlu ve soda içeriyor.
Otele yerleştikten hemen sonra,taksi ile şehir merkezinegidiyoruz. Ödediğimiz fiyat oldukça yüksek. Ulaşım konusunda daha fazla bilgi edinince, geç de olsa şehir içi ulaşımının dolmuşlarla çok daha kolay ve uygun olduğunu anlıyoruz.

Resepsiyondaki bayan, yöresel yemekleri denemek istediğimizi söyleyince hemen tek bir ad veriliyor. “Van Menceli” Mencel Kürtçede “Kazan” anlamına geliyor. Tek kelime ile harika bir yer. Önce ayran aşı çorbası, ardından “Keledoş” ve kuzu İnciğin tadı damağımda kalıyor. Ev baklavasını da unutmamak gerek, ağızda dağılıyor.

Ara sokaklardan dolaşarak şehrin ana caddesine, Cumhuriyet caddesine çıkıyoruz. Hemen hemen tüm Doğu Anadolu’da rastlanan, genelde erkeklerin oturup çay içtikleri kafelerin küçük tahta tabureleri ve yüksek olmayan masaları sokak ortalarına kadar taşmış. Caddenin sağı solu kuyumcu dükkânlarıyla dolu. Van’da kuyumculuk sanatı çok eskilere dayanıyor. Değişik takılar göze çarpıyor. İnce ve detaylı bir işçilik hâkim. Doğu Anadolu düğünlerinde geline takılan takılar büyük önem taşıyor.

Van’da dikkatimi çeken bir başka şey ise, caddelerin çok kalabalık olması. Yürüyebilmek için zorlanıyoruz. Sanki İstanbul’un İstiklal Caddesindeyiz, insanlar üstümüze, üstümüze geliyor. Sonradan bunun nedenini öğreniyoruz. Van, İran sınırına sadece 2,5 saatlik bir mesafede. Böyle olunca İran’dan Van’a günübirliğine ya da uzun tatil geçirmek amacıyla çok sayıda turist geliyor. Tüm vitrinlerde Farsça, Arapça yazılar var. İranlı turistler fazlasıyla alışveriş yapıyorlarmış. Hatta öyle ki Vanlı bir genç kızın bize anlattıklarına göre çok büyük bir giyim mağazası tüm mallarını sattığı için saat 15’te kapılarını kapatmış. Bazı İranlılar ise Van’da çalışıyor ya da iş kuruyorlarmış. Bu yüzden otel sayıları çok fazlalaşmış. Anlaşılan Van onlara kendi ülkelerinden sonra ayrı bir nefes olmuş. Esnaf yerli halka artık fazla itibar etmiyormuş. Anlaşılan bu turizmin iki farklı yüzü var.

İpekyolu Belediyesi tarafından yeni yapılan Atatürk Sanat Galerisi çok modern. Önündeki parkta güzel heykeller ve bir havuz var. Geceleri su ve ışık gösterisi yapılıyormuş. Biraz daha ilerleyince yolun karşı tarafında Feqîyê Teyran’ın bir şiirinin yazılı olduğu küçük ama şirin bir park göze çarpıyor. Feqîyê Teyran(1590- 1660)Van’ın Bahçesaray ilçesinde doğmuş önemli bir şair, masal ve destan yazarı. Eserlerinin tümünü Kürtçe yazmış. Kuşların diline hâkim olması onun büyük özelliğiymiş. Yine cadde üzerinde eski tekel binası, yeni onarılmış. Valilik binasının önündeki meydanda bir Atatürk heykeli yükseliyor.
Altında da Atatürk’ün şu sözü yer alıyor; “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır”(Atatürk)

Meydana çok yakın bir yeraltı alışveriş merkezi dikkatimi çekiyor. Anlaşılan kışın zor şartlarında halk üşümesin diye yapılmış. Rus Pazarına doğru ilerliyoruz. Rus pazarı deyince oraya ait ürünler bekledik ama her çeşit mal var. Belki de daha eskiden buraları çok fazla canlıymış. Gezimizi tamamladıktan sonra bir taksiye atlayıp,7 kilometre uzunluğunda ağaçlarla çevrili, dünyanın ikinci, Türkiye’nin en uzun caddesi olan, İskele Caddesinden geçip sahile varıyoruz. Van gölü kıyısındaki Martı Kafede oturup, gölün keyfini çıkarıyoruz. İklim değişikliği nedeniyle göl sularının çekilmesiyle birlikte 60 yıllık eski Tatvan iskelesinin ahşap kazıkları su yüzüne çıkmış. Artık otele dönme vakti. Bir hayli yorulduk.

Ertesi gün güzel bir havada, otelimizin bahçesinde kahvelerimizi büyük keyifle yudumluyoruz. UNESCO “Dünya Mirası Listesi” ne adını yazdıran Van’ın muhteşem kalesini görmeyi hedefliyoruz. Otelimiz İranlı turistler ile dolu. Tek tük Türkler var.
Van şehrinin sembolleri arasında yer alan bu görkemli yapı Urartu Kralı I. Sardur tarafından M.Ö. 840-825 arasında inşa edilmiş.

Dağ gibi yekpare bir taşın üzerine yapılan tipik bir Urartu kalesi. Çevre düzenlemesi oldukça iyi ve ören yeri çok büyük bir alanı kapsıyor.2700 yıldan fazla bir zamandır ayakta durmaya çalışan bu yapıt, tüm ihtişamı ile şehri tepeden izliyor. Hemen girişte tipik Van evi, kafe ve ünlü Van kilimlerini satan bir dükkân göze çarpıyor. Kalenin tepesine çıkabilmek için ağaçlar arasından geçerek, hayli dik bir rampayı tırmanmak gerekiyor. Eşim bu tırmanışı göze alamadığı için, beni aşağıdaki kafede beklemeye karar verdi. Kendisi yıllar önce buraya geldiğinde ana kaleye daha kolay ulaşıldığından söz etti. Tüm bu düzenlemeler yapılmadan önce.

Kaleyi gezen Türk ve Ermeni gruplara rastladım. Tam layıkıyla gezebilmek için en az üç saati ayırmak gerek. Kaleye çıkan yürüyüş yolları yapılırken aralarda tarihi yollardan da örnekler bırakılmış. Çok güzel. Kartal yuvası gibi tepeye yerleşmiş kaleyi yakından görebilmek için, yürüyüş yollarından yapılan bu zorlu tırmanış size muhteşem manzaralar sunuyor. Şehrin tepeden 360 derece görebilen panoramasına hayran olmamak mümkün değil. Bir zamanlar Van gölü kıyısında yer alan kalenin surları içinde bulunan tek minareli Süleyman Han Cami, askeri amaçlı kerpiç ve taştan çeşitli yapılar, Osmanlı döneminden kalma. En tepeye görkemli bir Türk bayrağı dikilmiş.

Savunmayı sağlayan surlar, burçlar ve kuleler, hepsi moloz taş, kerpiç ve kesme taş gibi malzemeler kullanılarak yapılmış. Asıl tarihi şehir, kalenin güneyinde kurulu. Sardur Burcu, Analı-Kız açık hava tapınağı, krallara ait kaya mezarları ve en ince ayrıntıları ile binlerce yıllık eserleri fotoğraf karelerine sığdırabilmek için herkes ayrı bir çaba içerisinde.

Kaleye tırmanmadan önce aşağıda bir taş köprüden geçiyorsunuz. XVII. yüzyıl gezginlerinden Evliya Çelebi “Seyahatname” adlı eserinde Van kalesi ve civarını en ince detayına kadar anlatırken bahsettiği Horhor Bahçeleri ve Çeşmesi’ burada bulunuyor. Hakikaten her yerden su fışkırıyor. Ağaçlar ulu. Turistler aceleyle kaleye doğru tırmandıkları için bu güzel alana dikkat etmiyorlar. Ayrıca kayalarda Urartu çivi yazıları var. Bambaşka bir dünya. Van kalesi öyle bir yer ki ne kadar fazla kalırsanız o kadar çok ayrıntı görebilirsiniz.
Kalenin çıkışında geniş yollardan yürüyerek Van Müzesine varıyoruz. Ben Van’da iki arkeoloji müzesi olduğunu düşünüyordum ama tek bir müze var. Modern bir bina ve oldukça büyük bir alana kurulmuş. Müzenin girişinde sizi bir Urartu yazısı karşılıyor. İçerde çok sayıda Urartu çivi yazılı zafer stelleri, Akkoyunlu ve Karakoyunlulara ait koç ve koyun şeklindeki mezar taşları ilgi çekiyor. Urartular, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerine ait eserler, sikkeler, tunç altın ve gümüşten bilezikler, küpeler, Urartu adak levhaları müzenin değerli hazineleri. Urartu halk inanışlarını yansıtan levhalar üzerine dinsel, büyüsel konular işlenmiş. Güzel bir müze. Müzenin hemen hemen tam karşısında Analı- Kız açık hava tapınağı, Abdurrahman Gazi Türbesi ve kapısında asırlık bir çınar ağacı bulunuyor.

Hava o kadar sıcak ki, yürümek gitgide zorlaşıyor. Tam bu güzel yapıların bitişiğinde “Gülistan Bahçesi” adında yeni bir parkın açılışı yapılmış. Parkta endemik gül türleri görülüyor. Mis gibi koku etrafa yayılıyor. Adeta bu tarihi doku canlanıyor. Sanki yüzyılların geçmişi bu güzel bahçede geziniyor. Son bir gayretle, Urartu’nun doğurganlık ve sanat tanrıçasının adı verilmiş olan “Arubani Bedesteni ”ne ulaşıyoruz. Burada Van geleneksel takı sanatı halen sürdürülmekte.1915 yılına kadar 120 atölyenin bulunduğu Van’da savatlı gümüş işlemeciliği artık çok az sayıda usta tarafından yapılabiliyor. Nesilden nesile aktarılan bir kuyum sanatı. Savat, gümüş üzerine yapılan siyah süsleme işçiliğine deniyor. Bedestenin hemen yanında Van Kedi Evi bulunuyor. Van kedisi,bembeyaz tüylü, bir gözü mavi, bir gözü yeşil, Van yöresine özgü bir kedi türü olarak tanınıyor. Van’da birçok yerde, örneğin bir restoranın bahçesinde küçük de olsa böyle bir kedi eviyle karşılaşmak mümkün. Vankedisi, Van’ın önemli sembollerinden biri. Artık çok acıktık. “Aşiyan Ev Yemekleri“ adlı restoranda yediğimiz yöresel yemeklerdensonra, Tuşba belediyesi tarafından yaptırılan, “Geleneksel Van Evleri” ne gitmek istedik. Dolmuş şoförü “Binin, ben çok yakınından geçiyorum” deyince hemen atladık. Ama öyle olmadı. Bizi anayolda bıraktı. Evler kartal yuvası misali çok tepede. Kalecik mahallesinde. Sorduk soruşturduk. Buradan yukarı çıkmanın çok zor olduğunu öğrenince çareyi otostop yapmakta bulduk. Bir bayan hemen durdu. Hemşireymiş. Bizi kapının önüne kadar bıraktı. Van’dan sonra Hakkâri’ye gideceğimizi söyleyince, çok sevindi, ziraoralıymış. Van şehrinin geleneksel konaklarıörnek olarak inşa edilmiş. Şehre 830m yükseklikten bakıyorlar. .Güzel bir seyir terası, restoran yapılmış. Ortada hiçbirgörevli yok. Gördüğümüz ilk memura rica minnet edinceevlerden birini açtırıp gezebildik. Bu evlerde okul etkinlikleri yapılıyormuş. Oradan bir dolmuş ile önce şehre, ardından da otele döndük. Artık bu dolmuş işlerinde bayağı ustalaştık. Dolmuşlar çok kalabalık. Ayakta yolcu alınıyor, hepsi hıncahınç dolu.

Ertesi sabah ünlü Van kahvaltısını tatmak amacıyla Edremit yolu üzerinde bulunan Sütçü ’ye gittik. Van kahvaltısına “Coğrafi İşaret Tescil Belgesi” verilmiş. Restoran çok büyük bir alanda kurulmuş, Van gölünün kıyısında. Girişteki duvarlarda buraya gelen ünlülerin fotoğrafları asılı. Ağaçların gölgesinde güzel bir bahçesi var. Personel sayısı fazla olmasına rağmen servis oldukça yavaş. Sonunda sofra donatılıyor. Van balı, yoğurt kaymağı, süt kaymağı, yayık tereyağı, otlu peynir, cacık, örme peynir, kavurmalı yumurta, Murtuğa, Kavut, Gencirun, say say bitmiyor. Nefis bir kahvaltı. Hatırı sayılır bir ücret ödüyoruz. Hava çok güzel. Kahvelerimizi bahçede içiyoruz. Orada da küçük bir Van kedi evi göze çarpıyor. Garsonlardan Ahmet Çarur bizimle sohbet ediyor. Ondan Edremit hakkında bilgi alıyoruz.
Ama Edremit’e gidebilmek için yolda bir hayli dolmuş bekledik. Türkiye’de iki tane “Edremit” adında ilçe bulunuyor. Bunlardan biri Balıkesir’in, diğeri ise Van’ın ilçesi. Edremit Van’a 18km uzaklıkta, şehrin en gelişmiş ilçesi. Van gölü kıyısında yer alan ilçe kamping alanları, sahil lokantaları, plajlarıyla tam bir sayfiye kasabası görünümünde. Ayrıca buranın tarihte önemli bir rolü var. Yazılı kaynaklar Van Kalesi ve Urartular tarafından inşa edilen yapılarda kullanılan taşların Alniunu Kentindeki taş ocaklarından taşındığı söylüyor. İşte adı geçen bu kent günümüzün Edremit’i.

Gölde yüzmeyi planladığımız için Edremit’i geçtikten biraz sonra bir plaj görünce hemen iniyoruz. “Kumsal-Beach Plaj-Piknik Alanı.” Girişte alınan ufak bir ücret karşılığında, sahildeki şemsiye ve şezlonglardan faydalanabiliyorsunuz. Çok düzgün olmasa da fena değil. Göl suyu bana çok tuhaf geldi. Biz denize alışanlar için zor. Su balçık gibi ama kumsal güzel.Biraz serinledikten sonra Edremit’e geri dönüyoruz. Sahilde düzenlemeler yapılıyor, çiçekler ekiliyor. Acaba bugün Gevaş’a gidebilir miyiz diyoruz ama en sonunda gezinin bitişinde gitmeye karar veriyoruz. Yemekten sonra bir taksi ile Kız Kalesine (Edremit Kalesi) çıktık. Van denizine tepeden bakış. Muhteşem bir manzara. Çiçekler içinde güzel bir park ve kafeterya.Tarihte buraları bağ, bahçeleriyle ünlüymüş. Şimdi de aynı. Yeşil gölün mavisiyle buluşuyor. Urartular zamanında yazlık saray ve tören yeri olarak kullanılan bu yerde şimdi güzel düzenlemeler yapılmış muhteşem bir seyir yeri oluşturulmuş. Süphan dağı, Van gölü ve Van şehrinin en panoramik manzarasına sahip tepeye hayran kaldık. En güzeli de yer yer yürüyüş yollarında kullanılan tahtaların eski tren raylarından sökülmüş olması.Fazlasıyla ilgimi çekti. Ayrıca engellilerin rahat hareket edebileceği yollar çok iyi düşünülmüş.

Aşağıya doğru inerken restore edilmiş bir Ermeni kilisesi dikkatimizi çekiyor. Hikâyesi de bir o kadar ilginç. Ermeniler bu kiliseyi XV. yüzyılda inşa etmişler.1915 olaylarında Ermenistan’a giden Gayane Üstün, defalarca Van’ı ziyaret ettikten sonra Edremit’e yerleşmiş. Belediye ile işbirliği yaparak kilisenin onarılmasına ön ayak olmuş. Ve kilise Kent Müzesi haline getirilerek yönetimi Gayane Hanıma verilmiş.Müzenin Eylül ayında açılması planlanıyormuş.Güzel bir bahçe düzenlemesi yapılmış.Kilisenin bahçesine girmeden meyve bahçeleri içindeki evlerde yıkanmış ve kuruması için asılmış keçi, koyunyünü rengârenk harika bir görüntü oluşturuyor.
Edremit asırlar boyunca harika doğasını kaybetmemiş. Onun için bugün bile Vanlıların en çok tercih ettiği yer olmuş.

Artık hava yavaş yavaş kararıyor. Akşam çöküyor. Otelimizde biraz dinlendikten sonra Merkez Et lokantasında akşam yemeği yemek için şehre indik. Yarın yolumuz Hakkâri’ye doğru. Van’da geçirdiğimiz bu üç güzel günün ardından bakalım daha neler göreceğiz.