Doğu Anadolu Günlükleri 2022
Van’ın Doğa Harikaları, Travertenler, Peri bacaları
Bir Hakkâri kahvaltısını tatmadan ayrılmayalım diyerek Şenler otelin hemen yanında, Eylül Kahvaltı salonuna yerleşiyoruz. Sahibi bayan bizi güleç yüzü ile buyur ediyor. Aman aman o ne lezzetler. Muhteşem. Her şey hakiki. Balın, tereyağın, peynirin hası. Otele tur ile gelen İstanbullu bir bayan da soframıza misafir oluyor. O da buralara hayran kalanlardan.
Hakkâri’de kaldığımız günler boyunca otelin diğer yanındaki “Kahve Deryası” restoranda çeşitli zamanlarda oturduk. Güzel bir yer. Ama yerden çok çalışan genç kızların gülen yüzleri ve içtenlikleri bizi fazlasıyla memnun etti. Pınar turizm okumuş. Sohbet sırasında nereleri gezeceğimizi öğrenmek istedi. Peri Bacalarına gideceğimizi öğrenince hemen benim akrabalarım orada yaşıyor. Sizleri gezdirsinler diyerek adreslerini ve telefon numaralarını verdi.
Kahvaltıdan sonra bizi uğurlamaya gelen Hacı Tansu ile vedalaştık. Sayesinde buraları karış karış dolaştık. Bölgeye sürekli gelen dağcıların önderi. Çok sevdiği şehrini ve civarını gezdirmekten, coğrafyasının özelliklerini anlatmaktan büyük haz alıyor. Topraklarına sevdalı.
Hakkâri’den çıktıktan kısa bir süre sonra, Başkale’ye varmadan, ana yolun sol tarafında bulunan önemli yerleri işaret eden kahverengi tabelada “Doğal oluşumlu Peri bacaları,Travertenler” yazısı tamamıyla yanlış. Peri bacaları burada değil. Burası Akçalı Travertenlerinin olduğu bölge. Birçok kez tabelanın doğru olmadığı söylenmiş ama sanırım pek dikkate alınmamış. Tamamen yanlış yönlendirme. Bu civarlarda internet çekmediği için navigasyonda pek bir işe yaramıyor, zaten çekse de bölgedeki birçok yerin adı bulanamıyor.
Travertenler her ne kadar Van ili sınırları içinde yer alıyorsa da Hakkâri’ye daha yakın. Ana yoldan ayrılarak toprak bir yola giriyoruz. Tepelere doğru zikzaklar çizerek bir tırmanıyor, bir iniyoruz. Bozuk, dar, stabilize yolda toz, duman içindeyiz. Araba hayalet gibi süzülüyor. Vadiler, alabildiğine uzanan ıssız topraklardan geçiyor, bin bir renkte kır çiçeklerinin süslediği tarlalarda durup fotoğraf çekiyoruz. Zorlu yol bitmek bilmiyor. “Ha şimdi vardık, ha şimdi geldik!” diye ilerliyoruz. Ne soracak bir kimse var, ne de bir işaret. Hatta öyle ki zaman zaman acaba dönsek mi diye düşündüğümüz de olmuyor değil. Aslında 35km’lik bir mesafe ama ulaşmak yaklaşık bir saatimizi alıyor. “Doğu’nun Pamukkale’si ”diye adlandırılan, Pamukkale Travertenlerine benzeyen oluşumları görmek için sabırsızlanıyoruz.
Önce Dereiçi mahallesine varmamız gerek. Tepelerde bir yerde birkaç yerleşim görünce, hemen dar yollara girip biriyle karşılaşmayı umuyoruz. Nitekim çocukların oynadığı bir evin önüne gelip durduğumuzda, meraklı bakışlar bize doğru koşturuyor. Travertenler, halkın “Kaplıcalar” dediği yeri, soruyoruz. Çocukların en büyüğü, buradan geriye dönüp kocaman bir kayanın olduğu yerden aşağıya inmelisiniz diyor. Bu arada evden çıkan anne, elinde sıcak, hala üzerinde dumanı tüten keteleri getiriyor. Öyle ya buralarda ikram almadan öylece gidemezsiniz. Şimdi yiyemeyiz deyince hemen bir poşete koyuyorlar. Koca yürekli, gönlü zengin insanlar.
Yeniden yollara düştük ama bir türlü aradığımız yeri bulamıyoruz. O sırada önümüzdeki arabanın da aynı yeri aradığını fark ettim. O durunca hemen biz de durduk. Araçtan inen kişilerle konuşunca yanılmadığımı anladım. Aşağıdaki vadiye doğru inmeliyiz diyorlar. Hep birlikte ağaçların arasından, önümüzdeki yüksek otları iterek kendimize yol açıp, büyük bir dikkatle inmeye başladık. Ortada hala gözüken bir şey yok. Patika yol bile olmadığından bayağı zorlanıyorum. Her inişin bir çıkışı olduğunu aklıma getirmek bile istemiyorum. Rengârenk çiçek denizinin içinde, kelebekler, arılar, bakir doğanın olağanüstü sunumları arasında, hedefe bir an önce ulaşabilmek için sabırsızlanan kâşifler gibiyiz.
Burnuma gelen kükürt kokusu yaklaştığımızı işaret ediyor. Sonunda suların üzerinden perde gibi aktığı traverten basamakları gözüküyor. Buraları fay hatlarının bulunduğu yerler. Hatta yakın zamana kadar meydana gelen depremler büyük kayıplara neden olmuş.200-300 bin yıl öncesinden başlayan ve halen oluşum süreci devam eden doğa harikaları. Muhteşem bir görsel şölen karşısındayız. Mavinin en uçuk tonu ile beyaz, kahverengi rengin buluştuğu havuzlar. Basamaklar arasında sarı tonların hâkim olduğu sarkıtlar, sütunlar. Su sıcaklığı 20-25°C. Travertenleri besleyen en büyük kaynak suyu Karacasu çayı. Pamukkale travertenleri kadar büyük olmasa da burası bir tablo görünümünde. Eğer yol düzelir ulaşım kolay hale gelirse, eminim önemli turizm merkezlerinden biri olur. Bir oraya bir buraya koşturuyor, keyfini çıkarmaya çalışıyoruz. Bu arada bana çok yardımcı olan gençlerden Vanlı Hayrullah Irtak “Aman hocam, buraları yazın, herkes tanısın!” diyor. Keşke zamanımız olsaydı da daha fazla kalabilseydik ama yolumuz uzun. Büyük bir güç sarf ederek, oldukça dik yolu geri çıkıyorum. Nefes nefese arabaya vardığımda soluklanmak için bir süre beklemek zorunda kalıyorum. Sanırım aşağılardan bir yerden de bu güzelliklere ulaşmak mümkün. O zaman bir de şelale görülüyormuş.
Saat 14.30’da tekrar ana yoldan sağa saparak bize tarif edilen Yavuzlar Köyündeki Peri Bacalarına, diğer adıyla Kapadokya’ya benzediği için “Vanadokya” olarak adlandırılan bölgeye doğru gidiyoruz. Ana yoldan 33 km, ara ara toprak ama genel olarak düzgün asfalt yolu takip ederek ancak saat 16.00’da köye varabiliyoruz. Çok yakın değil. Yavuzlar köyü İran sınırına 10km mesafede. Bu arada Hakkârili Pınar’ın verdiği telefon numarasını aradık. Akrabasının bizim arkamızdaki arabada olması ayrı bir tesadüf. Sanıyorum buralarda yabancı bir araç hemen dikkat çekiyor. O önde biz arkada köydeki eve gidiyoruz. Çoluk, çocuk bizi dışarlarda karşıladılar. Tüm aile varmamızı bekliyormuş. Hemen yer sofraları kuruldu. Yemekler hazırlandı. Evin genç kızı Alev ve Hanımlar akşam bizde kalın diye ısrar ediyorlar. Bu nasıl bir misafirperverlik. Çocuklar fotoğraf çektirebilmek için yarışıyorlar. Şimdi sıra Peri Bacalarını gezmekte. Birlikte yürüyoruz. Şurayı da görün burayı da diye koşuşturuyorlar. Peri Bacalarının bulunduğu yerler tel ile çevrilmiş. Burası devlet tarafından, 2020 yılında sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmış ama bakımlı olduğunu söyleyemem. Gereken önem henüz gösterilmemiş.
Bu oluşumların meydana gelmesi insanlık tarihinden bile daha eski zamanlara dayanıyor.Yaklaşık 55 km’lik bir alana yayılan bu inanılmaz yeryüzü şekilleri, günümüzden5 milyon yıl öncesine dayanan bir süreçte oluşmaya başlamış. Bölgedekivolkanik Yiğit Dağı’nın püskürttüğü kayaçlar, yağmur suları ve rüzgârınyardımıyla aşınarakPeri Bacalarını meydana getirmiş.Volkanik hareketler sonucu oluşan sıcaklık ve basınç, tüf ile bazaltları sıkıştırıpsertleştirmiş. Bölgede 17 binden fazla Peri Bacası, çok sayıda mağara ve içinde bir zamanlar yaşam sürdürüldüğü anlaşılan oyma kaya evler bulunuyor. Aslında burada yaşam hala devam etmekte. Peri Bacalarına bitişik Yavuzlar köyü sakinlerinin evleri, mağaralarda, depolanan ot, saman ve kışlık erzaklar, barınanhayvanlar. En tepede bulunan kaleye aşağıdaki bir mağaradan çıkılabiliyormuş. Çocuklar isterseniz sizi o tünellere götürebiliriz diyorlar. Biz cesaret edemedik. Köyün yemyeşil doğasında, usul usulakan derenin şırıltısı eşliğinde, hep birlikte yürüyoruz. Israrla bize, kayaların içine taştan oyulmuş bir tahtı göstermeye çalışıyorlar. Tarlalar bin bir renkli, özellikle de mor renkli kır çiçeklerlesüslü. Çocuklardan küçük olanlar, çiçekleri toplayıp bana veriyorlar. İçimdeki mutluluk kelebekleri, doğada uçuşanlarla karışıyor. Çocukların parlayan gözleri neşe saçıyor. Bizi gezdirmekten duydukları mutluluk o minik yüzlere o kadar yansıyor ki anlatmak imkânsız. Arada şarkılar söylüyorlar. Ellerimizi tutan o minik parmaklar sanki hiç bırakmak istemezmiş gibi sımsıkı sarılmış. Biraz ilerde eski bir değirmen ve bizim ayaklarımızı soktuğumuz bir dere var deyip oraya doğru yöneliyorlar. Bu güzel an hiç bitmesin istiyoruz ama ne yazık ki ayrılmak zorundayız. Arabaya binerken gözlerinden dökülen yaşlar o kadar gerçek ki. İnanılır gibi değil. Başka bir Dünya burası.
Yolda bir tepeye tünemiş oldukça yüksek duvarları olan bin 700 yıllık St. Bartholomeus Kilisesini görüyoruz. Daha ziyade manastıra benzeyen Ermeni kilisesinin içinde Hazret-i İsa’nın havarilerinden Bartalmay’ın mezarının bulunduğuna inanılıyor.
Ancak akşam 9’da, karanlıkta, Van’a varıyoruz. Geceyi burada geçireceğiz. Artık oteldekiler bizi tanıdılar.