Beste Serim Erbak-Finlandiya( Suomi )- Helsinki- Tallinn

FİNLANDİYA ( SUOMİ )- Helsinki- TALLİNN (10-12 Eylül 2011)

Çok merak ettiğim, haklarında bir hayli bilgi topladığım iki ülkeyi gezme fırsatını yakaladım. 10 Eylül 2011 tarihinde İstanbul’dan saat 13.00 te kalkan uçağımız tam 3 saat 40 dakika sonra, 16.40’da Helsinki Vantaa Havaalanına indi. Türkiye ile Finlandiya arasında saat farkı yok. Havalimanının yerleri parke kaplı. İnsana evindeymiş hissi veriyor. Daha sonra Finlandiya’yı gezince neden tahtanın bu kadar çok kullanıldığını anlamak zor olmadı. Çıkışta bir taksiye binerek kalacağımız otel Best Western Carlton’a geldik. Havalimanı şehre 25 kilometre uzaklıkta. Taksi 50 eur tuttu. Hava yağışlı. Önceden bildiğimiz için şemsiye aldık. Otellin altında küçük bir bar ve salon var. Burada bir Türk çalışıyormuş. Ertesi sabah bizlere çok yardımcı oldu. Enes Algül Bey. Finliler kırmızı tonlarını seviyorlar. Güler yüzlü insanlar. Resepsiyonda çalışan Anya Hanım sorduğumuz tüm sorulara sabırla yanıt verdi.

Finlandiya küçük bir ülke ve nüfusu fazla değil. Gitmeden önce birkaç Fince sözcük öğrendim. Fincede “Suomi” “bataklık” anlamına geliyormuş. Yani ülke bir zamanlar bu haldeymiş. Ama azmin elinden bir şey kurtulabilir mi? Onlarda her yeri, bir karış boş toprak bile bırakmadan ağaçlandırmışlar. Ama ülkenin adını değiştirmemişler. Bununla her zaman övünüyorlarmış. Eh doğru söze ne demeli… Her yerde göl var. Su ve ağaç alabildiğine.
Otelden çıktıktan sonra yürüyerek Merkez Tren garına geliyoruz.

Rautatientori Meydanı. Finli yazar”Alexis Kivi” nin heykeli burada. Karşısında Helsinki Merkez İstasyon binası var. 1800’lü yıllarda yapılan tarihi bir yapı tam da Helsinki’nin merkezinde yer alıyor. Girişte ellerinde cam küreler tutan asık suratlı,ikiz olduklarını düşündüğüm dev adam heykelleri göze çarpıyor. Bunlara “Lamba taşıyıcıları” deniliyormuş. Ayrıca güzel bir saat kulesi binayı tamamlayan bir yapı. Burada ayın 12’si için hızlı tren bileti alıyoruz. Yolculuk Joensuu kentine. Daha sonra yürüyerek bir Ortodoks kilisesi olan Uspenski Ortodoks Katedrali’ne geliyoruz.
Katedral muhteşem. Parlemento binasına doğru yürüyoruz.
Bina Arcadia Tepesi üzerinde. Kiasma Çağdaş Sanat Müzesi kapalı olduğu için ancak önünden geçiyoruz. Yavaş yavaş hava kararmaya başlıyor. Karnımız zil çalıyor. Yerel yemek yapan bir lokanta sorduğumuzda “Aino” diyorlar. Ama biz orada yer bulamayıp, deniz ürünleri de yemek adına başka bir restorana gidiyoruz. Fiyatlar oldukça yüksek. Sabah erkenden kalkıp bavullarımızı otele bırakıyoruz. Bunun için de ücret ödüyoruz.

Esonya başkenti Tallinn’e giden gemiden bilet alabilmek için erkenden limana gitmemiz gerekiyor. Zira geminin kalkacağı liman merkezden oldukça uzak. Tallink Star adlı bir gemiye biniyoruz. Estonya’ya iki saatte geçiyor. Gemi yedi katlı. Baltık denizinde turlar yapıyor. Helsinki çok pahalı Tallinn ise ucuz olduğu için Helsinki sakinleri Cumartesi ya da Pazar günü günübirlik Tallinn’e gidip alışveriş yapıyorlarmış. Bunun için yolunuz Cumartesi Pazar buralara düşerse çok erken davranmak gerektiğini unutmamanız gerekiyor. Bir yığın tünel ve metal iskelelerden geçerek geminin dördüncü katına giriyoruz. Eşyalarımızı dolaplara koyduktan sonra dolanıyoruz. Satış yerleri restoranlar, gemi lüks. Geminin Helsinki’den ayrılırken geride bıraktığı yolu izlemek için güverteye çıkıyorum. Baltık denizinde ne hoş görünüm! Ağaçlarla kaplı küçük küçük adacıklar denizin üzerine serpiştirilmişler. İki saat nasıl geçti anlamadım. Tallinn göründü. Limandan inince otobüsler var ama biz yürüyerek otelimize gitmeyi tercih ettik.

Yürüme yolumuzda bir kiliseye girdik. Luteran kilisesi.Yapı oldukça değişik.” Siimeoni Katedral”.Rahip bize bilgi veriyor. Tallinn 2011 Unesco tarafından Dünya Kültür Başkenti olarak ilan edilmiş. Neredeyse 800 yıldan fazla bir geçmişi var. Eski şehir tam bir ortaçağ kasabası. Koruma altında. Buna benzer yerler gezmiştim ama bu şehir kıyafetler ve eşyalarla birlikte canlı. Yaşıyor. Otelimiz Tallinn Metropol otel. Ama gezmekten bir türlü varamıyoruz. Bakıyoruz bir sürü koşan insanlar. Meğer böyle bir etkinlik düzenlenmiş. Her katılana da 2011 Dünya Kültür Başkenti madalyaları veriliyormuş. Baştan bilseydik biz de katılır, madalyalarımızı alırdık. Çoluk çocuk herkes yollarda. Sokakta bir orkestrayı dinleyen seyirci kitlesi. Ortaçağa ait kostümlerin satıldığı bir Pazar. Şehir çok canlı. Nereye bakacağımızı şaşırıyoruz.

Her yerde bir etkinlik. Yürüye yürüye, sora sora ilerliyoruz. Bu arada el işleri, örgü giysilerin bol olduğu bir pazara rastlıyoruz. Özellikle hırkalar çok hoşuma gidiyor. Eski şehirde (Old Town),hemen girişte Viru kapısının yakınında “Kalle Kusta” restoranda yemek yiyoruz. Hava oldukça güzel, güneşli. Biz sıfırın altında derece beklerken… Eski tüccarlara ait evler ilgimi çekiyor. Çatıları ambar olarak kullanılması nedeniyle evlerin üst kısmında malları yukarıya çıkarmak için makaralar var. Akşam için buranın en ünlü ortaçağ restoranı “Olde Hansa”dan yer ayırtıyoruz. Eski şehirde ortaçağ giysileri ile dolaşan satıcı kızlar, delikanlılar pek hoş. O zamanı anımsatan arabalarda badem ezmesinden şekerle yapılan fıstığa benzer bir yiyecek, daha doğrusu çerez satılıyor. “Marzipan” denen bu çerezden mutlaka tatmalısınız. Çok leziz. ”Tallinn City Museum”u geziyoruz. .Estonya’nın bağımsızlığına kavuşmasını anlatan bir müze. Tallinn Belediye Binası dikkatimizi çekiyor Tallinn’in en eski, tahtadan saatini görüyoruz. Raekoja Meydanında yapılar rengârenk. Nereye bakacağını şaşırıyor insan. Alexander Nevsky Katedrali (Rus ortodoks Katedrali)bize çok değişik geldi. Ama sanırım Rusya’yı ziyaret edenler bu görüntüye alışıktırlar. Şehrin yüksek bir yerinde. Buraya parkın içinden geçiyorsunuz. Yukarı doğru yürürken ortaçağ kostümlü bir bayan ok atıyor. İsterseniz siz de ücret karşılığı deneyebiliyorsunuz. Dome Katedrali, Niguliste Kilisesi, Tall Hermann Kulesini geziyor, Alexander Nevsky Katedralindeki ayini izliyoruz. Artık akşam oluyor. Büyük bir iştahla “Olde Hansa” Restorana giriyoruz. İçerisi oldukça kalabalık. Kendimi zaman tünelinde zannediyorum. Evet ortaçağdayız. Garsonlardan bardaklara kadar her şey özenle geçmişi yansıtıyor. Hatta tuvaletler. Tahta kapakları var. Değişik şarap ve bira sunuluyor. Ve her türlü av eti. Geyik, ayı… Fiyatlar oldukça yüksek. Gündüz yarışta madalya alan İtalyanlarla sohbet ediyoruz. Bizim gibi onlar da Tallinn’i çok beğenmişler. Sokakta bisiklet ile sürülen orijinal arabalar var. Bunlara binip dolaşıyoruz. Gençler kullanıyor. Oldukça hızlılar. Eğlenceli.

Epeyce geç bir vakit otelimize dönüyoruz. Yolda Fin hamamından yeni çıkmış, havlularıyla oturan Estonlar dikkatimizi çekiyor. Ertesi sabah gemimiz 7.30 da. Kahvaltıyı çabuk yapıp koşturuyoruz. Ama şoför İngilizce anlamadığı için bizi liman yerine havaalanı istikametine götürüyor. Sonuç kapılar kapanmış bizim gemi hareket etmiş. ”Ah o gemide ben de olsaydım” şarkısı ister istemez dudaklarımızdan dökülüveriyor. Gemi hareket etmeden bir saat önce cheek-in yaptırmanız gerekiyor. Biz de 12.10 gemisine biletlerimizi değiştiriyoruz.

Tekrar otele dönüp kahvaltımıza devam ediyoruz. Helsinki’ye döner dönmez daha önce gezemediğimiz Katedral Tuomiokirkko’ yu ziyaret ediyoruz. Tabi en son olarak ta kayalara oyulmuş Rock Kilisesi (Temppeliaukio) Kilisesini geziyoruz. Gerçekten çok ilginç dışarıdan sadece kaya gözüküyor. Kilise bu kayaya oyularak yapılmış. Dışarıdan bir taş yığını gibi. Değişik bir mimari.

Daha sonra otelimize gidip bavullarımızı alıyoruz. Ve oradan tren garına gidiyoruz. Dört saat sürecek bir yolculuktan sonra Joensuu Kentine varacağız. Bu kenti yazımın devamında anlatacağım. Joensuu dönüşünde Helsinki’de ünlü Fin besteci Sibelius adına yapılmış anıtı da görme fırsatı yakalıyoruz.