Ağrı’dan ayrıldıktan sonra yol kenarındaki meyve ve sebze satıcılarında dev lahanalara rastlıyoruz. Öyle ki bazen 45 kilo olanları bile yetişiyormuş. Gözlerime inanamadım.
Erzurum’a vardığımızda, meşhur cağ kebabını yemek için “Koç Cağ Kebap”a gidiyoruz. Cağ kebabının geçmişi Osmanlı dönemine dayanıyormuş. Tortum’da yapılan kebabın adı o zamanlar “Bico”ymuş. İlk defa bu kebap, bu restoran sahibi tarafından 1982’de markalaşmış. İçerisi çok kalabalık. Herkes yer bulmak için uğraşıyor. Duvarlar buraya gelen ünlülerin fotoğraflarıyla dolu. Oğlak veya kuzu etinden yapılan kebap, önceden terbiye edilmiş etin yatık bir şişe geçirilip odun ateşi üzerinde pişirilmesiyle hazırlanıyor. Değişik bir sunumu var ve çok leziz.
Buranın hemen karşı çaprazındaki Erzurum Kongre Binası, Atatürk Resim Heykel Müzesi ve Galerisi’ne gidiyoruz. Milli Mücadele’nin kilit noktası “Erzurum Kongresi’ne tanıklık eden bina 1864 yılında Mıgırdiç Sanasaryan tarafından “Ermeni Kız Yatılı Okulu” olarak yaptırılmış.1924 yılında büyük bir yangın geçirmiş. Daha sonra onarılan bina Gazi İlk Okulu, Güzel Sanatlar Lisesi ve Sosyal Bilimler Lisesi olmuş. 23 Temmuz 1919’da buranın bir sınıfında, Anadolu’nun çeşitli illerinden gelen delegeler Mustafa Kemal Paşa başkanlığında toplanarak, Milli
Mücadele hareketini başlatmışlar. Bina 2011-2013 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yenilenmiş. Müzenin özelliği ücretsiz ve her zaman ziyaret edilebiliyor olması.
Yukarıya doğru tırmanan merdivenleri çıktığınızda Kongrenin toplandığı salona varıyorsunuz. Türk Bayrakları arasında, Mustafa Kemal Atatürk'ün oturduğu başkanlık makamı, karşısında ise Kongreye katılan delegelerin adlarının plakalarda yazılı olduğu sıralar bulunuyor. Duvarlarda ve vitrinlerde Kongreye ait tutanaklar, yazışmalar, telgraf fotokopileri, delegelerin fotoğrafları ve biyografileri, Atatürk’ün fotoğrafları yer alıyor.
Girişte Onuncu yıl Nutkunun el yazması ve Atatürk’ün kimlik fotokopisi göze çarpıyor. Küçük bir sınıfta başlayan hareketin Büyük Önderi, Atatürk’ümüzün varlığını hissettiğimiz bir atmosfer. Muhteşem. Binada Cumhuriyet dönemi ressamlarına ait tablolar da sergileniyor. Çifte Minareli Medreseyi gezmek istiyoruz. Ama mümkün olmuyor. Bir televizyon çekimi varmış. Çok şükür ki yarın gezecek zamanımız var.
Aksi takdirde üzülecektim.
Ona yakın Üç Kümbetlere (Anıt mezarlar) doğru yürüyoruz. Yağmur yağıyor. Her taraf kazılmış. Çamurların içinde, bata çıka, İki farklı renk taşlardan yapılmış konik kümbetlere varmadan önce bir konağın önünden geçerken, kapının önünde duran kişilerle sohbet ediyoruz. “Eski Erzurum evi görmek ister misiz?” diye sorunca “Önce kümbetleri görelim sonra geliriz” diyoruz.
2011 yılında bu bölgede yenileme çalışmaları yapmak için bir proje başlatılmış. Kümbetlerin en büyüğünün Emir Saltuk’a ait ve XII. yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılıyor. Diğer kümbetlerin kime ait oldukları bilinmiyor ama XIV. yüzyılda inşa edildikleri tahmin ediliyor. Kümbetlerin yanında bulunan kare şeklindeki küçük yapının ise ne olduğu hakkında bir bilgi yok. Dönüşte konağa giriyoruz.
Konak 1879’da Ermeniler tarafından inşa edilmiş. Tabii yenilenmiş. Şu anda “Kadama” Kadın Kooperatifi olarak işletiliyor. Dernek hakkında bilgi almadan önce ahşap ve taş malzeme kullanılarak yenilenmiş konağı geziyoruz. Ana kapıdan girişte dar bir koridor bizi karşılıyor. Burada dernek üyeleri bayanların yaptığı çalışmalar yer alıyor. Tabakların konduğu Telek, yüz elli yıla yakın geçmişi olan bir çeşme, tandır, çivi kullanmadan ağaçların birbirine geçmesiyle yapılan Kırlangıç tavan, evin dokusuna uygun antika mobilyalar. Ahşap bir merdivenle birinci kata çıkıyor, pencereden üç kümbeti seyrediyoruz. Çay ikram ediyorlar. Yağmur tüm şiddetiyle
yağıyor. Ödünç bir şemsiye alarak ertesi gün gelmek üzere sözleşiyoruz. Hava iyice karardı. Bizde Rüstem Paşa Kervansarayı olarak da adlandırılan Taşhan’a gidip Oltu taşından bir şeyler almaya karar verdik.
Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1561 yılında yaptırılan çarşı, halen canlılığını sürdürüyor. Tarihi İpekyolu üzerinde bulunan Erzurum’un asırlık çarşısı. Kesme taştan yapılmış yapı iki katlı, ortada avlusu ile tam
bir kervansaray. Yağmur bu kadar fazla yağmasaydı daha rahat gezebilirdik. Yakutiye Medresesi ışıklandırılmış. Muhteşem gözüküyor. Akşam yemeği için Medresenin tam karşısında 1928’den beri hizmet veren tarihi Güzelyurt Lokantasına yer ayırtmıştık. İyi ki de öyle yapmışız. Bayağı kalabalık. Tam anlamıyla bir lokanta. Yüksek tavanlar, inanılmaz servis, beyaz örtülü masalar, şık giysili garsonlar, tarihten kalma nezih bir atmosfer. Böyle yerleri özlemişiz. Keyifli bir yemek, enfes tatlar. Şimdilerde gürültü içinde paldır küldür yemek yenen yerlerden değil.
Geceyi yine Palandöken’de geçirdik. Ertesi gün gezimizin son günü. 1 Ekim. Artık İzmir’e dönüyoruz. Uçağımız 14.40’da kalkıyor. Sabah kahvaltıdan sonra yine Yakutiye’ye gittik. Kalesinin karşısında, Erzurum'un sembolü Çifte Minareli Medreseyi gezeceğiz. Çok heybetli görünüyor. Medresenin, kitabesi olmadığı için yapılış tarihi hakkında bir bilgi yok. Ancak bazı verilere dayanarak, XIII. yüzyılın sonlarına doğru Selçuklular tarafından yapıldığı düşünülüyor.
Burası “Hatuniye Medresesi “olarak da adlandırılıyor. İki katlı, dört eyvanlı ve açık avlulu. Revaklarla çevrili avlu gerçekten çok güzel. Bahçe düzenlemesi harika. Taç kapısında bulunan süslemeler, Selçuklu taş işçiliğinin güzel örnekleri. Bitkisel ögeler kullanılmış, çift başlı kartal, ağzı açık iki yılan ve büyük yapraklardan oluşan hayat ağacı usta bir işçilikle işlenmiş. Medrese IV. Murat zamanında önce “Tophane” sonra da “Kışla” olarak kullanılmış.
Şimdi Müze. Bir odada tarihi motifler müzik eşliğinde sinevizyonla duvara yansıtılıyor, çok etkilendim. Minarelerin işçiliği ve süslemeleri birbirinden çok farklı. Tamamlanamamış gözüküyorlar. Bu konuda anlatılan iki efsaneden biri şöyle; Rivayete göre minarelerden biri usta diğeri çırağı tarafından yapılıyormuş. Usta ile çırak arasında bir rekabet başlamış.
Çırağın işi ustasından daha gösterişli olmuş. Usta sabırla sesini çıkarmamış ama çok sıcak bir günde çırak böbürlenerek öteki minarede çalışan ustasına “ Usta bir su ver de, içeyim” deyince bu
bardağı taşıran son damla olmuş, çok üzülen usta artık dayanamamış ve kendisini minareden atmış. Çırak da yaptığı hatayı geç te olsa anlamış ustam gitti ben ne durayım diyerek o da kendini aşağıya atmış. Çalışanlar da onlara üzülüp işi bırakmışlar. Böylece o günden beri minareler tamamlanamamış.
Bu güzel eseri gezdikten sonra dün söz verdiğimiz üzere “Kadama” (Kadın Dayanışması) Kooperatifinin bulunduğu konağa gidiyoruz. Burada bizi güler yüzüyle yönetimde görevli Demet Hanım karşılıyor. Kooperatif hakkında bilgi alıyoruz. Bu dernekler Anadolu’nun aydınlık yüzleri. Önce Bayburt, sonra Erzurum. Ne kadar güzel. Kadınlarımız çalışıyor, çabalıyor, toplumdaki yerlerini belirtmek, korumak, sağlamlaştırmak istiyorlar.
Kooperatif 8 Mart 2020’de kurulmuş. Kadın emeğini aktif olarak ekonomiye katmak, kadını güçlendirmek amacıyla. Kadının toplumsal kalkınmada yerini almasını sağlayan bir dayanışma hareketi. Toplamda 350 kadın üyesi bulunuyor. Konakta el emeği, göz nuru ile üretilen işler satılıyor. Ayrıca kendi yaptıkları yemekleri, tatlıları da satıyorlar. Bir meyve kurutma fabrikası ve imalathane açmışlar. Demet Hanım heyecanla bu bilgileri verirken bir yandan da ikramlar getiriliyor. Gönlü zengin, yüreği sağlam insanlar. Bizi görüşmek üzere deyip geçiriyorlar.
Güzel Anadolu’nun güzel insanları ile geçirdiğimiz bu gezi unutulmaz.