Beste Serim Erbak: Trakya – Bozcaada (Tenedos)

İzmir’den Dikili’ye gidebilmek için Ağustos ayının üçünde sabah erkenden eşim, oğlum ve ben yola çıktık. 118 km’lik bir yol bizi bekliyor. Dikili, İzmir’in kuzeyinde yer alan tarihi M.Ö 4000-5000 yıllarına kadar dayanan bir ilçe. İzmir, Çanakkale yolu üzerinden gidiliyor. Önceleri Bergama’ya bağlıymış ama şimdi İzmir’in ilçesi.

Dikili limanından, Midilli Adasına gidip gelen yolcu gemileri bulunuyor. İzmir ve İstanbullular başta olmak üzere, daha çok yazlıkların bulunduğu bir yer. Denizi, karaçam ormanları, doğal su kaynaklarıyla özellikle yaz aylarında çok popüler bir belde. Eski, küçük çarşısı, Kafeleri, restoranları ile her zaman tercih edilen bir tatil cenneti. Yöre halkının Midilli halkı ile kurduğu sıkı dostluklar sonucunda çeşitli festivaller ortak yapılıyor. Genelde bahçe içinde yer alan evlerin bulunduğu şirin bir ilçe. Biz bir gece burada kalmayı planladık. Denizden faydalanalım, dinlenelim istedik. Daha sonra Edirne’ye kadar devam edeceğiz. Dikili koyunun sonunda yer alan “Haliç Park Dikili” otelde kaldık. Otel güzel ama deniz çok kötüydü. Fazlasıyla yosun olduğu için doğru dürüst yüzemedik. Havanın çok sıcak olması nedeniyle sahil oldukça kalabalıktı.

Ertesi sabah Assos’a doğru yol aldık. Balıkesir’in Burhaniye ilçesinde Türk Hava Yolları tarafından uzun yıllar kullanıldıktan sonra uçuş ömrünü tamamlayan “Airbus A340″ tipi yolcu uçağı, restoran ve kafe olarak kullanılıyor. Çok yaratıcı bir fikir. Gerçi içerde ağır bir koku olduğu için fazla oturamadık ama yine de ilginç geldi. “Burhaniye Airbus Restaurant&Cafe”

Balıkesir, Edremit, Çamlıbel Köyü sapağından içeri giriyoruz. Yeşillikler içinde ilerlerken “Saklıbahçe Restoran Cafe Bar” yazan bir yerde arabayı park ediyoruz. Suların aktığı oldukça geniş bir alana yayılmış olan restoran insanın içini ferahlatıyor. Saatin biraz geç olması nedeniyle kalabalık değil. Akşam canlı müzik varmış. Fiyatlar pahalı. Ama çok keyifli bir yer. Yemekler oldukça lezzetli.
Burada ayrıca Türk sinema ve tiyatro oyuncusu, yönetmen, yapımcı ve senarist, Tuncel Kurtiz’in “Zeytinbağı”adlı bir butik oteli var. 2013 yılında vefat eden sanatçının mezarı da burada bulunuyor. Köyde kime sorsanız hemen gösteriyorlar.

Yol bizi Büyükhüsun Köyüne götürüyor. Çanakkale ilinin Ayvacık ilçesine bağlı sırtını dağa yaslamış ufak, şirin bir köy. Bu gece, köydeki Sunaba Kasrı Butik Otelde kalacağız. Taş binaları, evleri, küçük bir meydanı olan köye dik bir yoldan tırmanıyorsunuz. Köyün 900 yıllık bir geçmişi olduğu söyleniyor. Burası bir Rum köyü değil. Eski adı Sunaba ‘mış.”Sonoba” Akdeniz tarafından gelen göçerler buraya yerleşmiş. Çoğunlukta İstanbullu ailelerin satın aldığı ve restore ederek yerleştiği evler köylülerin evleriyle uyuşum sağlamış. Şehrin bunaltıcı yaşamından kaçanlar bu köyde hayatı yeniden yakalamak istemişler. Muhteşem bir havası var.

Otelin terasında deniz manzarası mis gibi hava, sessizlik insanı rahatlatıyor. Sahipleri çok güler yüzlü cana yakın insanlar. Oteli yeni açmışlar. Her şey büyük bir özenle yapılmış. Köyün doğasını bozmayan bir konaklama yeri yapmışlar.
Denize varabilmek için ana yoldan ayrılıp toprak bir patikayı geçmeniz gerekiyor. Deniz son derece temiz ve güzel. Küçük bir koy. Sevimli bir lokantası bulunuyor. Bu gece eşimin yeni yaşını kutluyoruz. Çok keyifli.

Ertesi gün tamamen organik leziz bir kahvaltının ardından Bozcaada’ya gitmek üzere yola çıkıyoruz.

Görmek istediğim ama bir türlü fırsat bulup göremediğim adayı nihayet gezmek kısmet olacağı için ayrıca mutluyum. Bozcaada Çanakkale iline bağlı bir ilçe. Türkiye’nin 3.büyük adası. Adanın tarihi M.Ö 3000 yıllarına dayanıyor. Adaya geçmek için Geyikli Yükyeri Feribot iskelesini kullandık. Çanakkale boğazını geçmek gerekiyor. İskelede büyük bir park alanı var. Oraya park ettikten sonra küçük bir kafede feribotun kalkış saatini bekledik.
Yaz olduğu için adaya geçmek isteyen kalabalık bir grup var. Yolcu olarak geçmek pahalı değil ama araba ile geçerseniz biraz pahalı. Yarım saatte karşıya varıyorsunuz. Ada çok yeşil gözükmüyor. Karşıya geçiş keyifli. Engin, koyu mavilikte süzülen gemi sizi, bize ait olan adaya götürüyor. Böyle diyorum zira böyle bir yolculuk sonrası çoğunlukla bir Yunan adasına geçebiliyorsunuz…

İlk göze çarpan Bozcaada Kalesi. Heybetli gözüküyor. Belli ki ada vakti zamanında oldukça önemliymiş. Buralardan pek çok medeniyet gelip geçmiş. Gemi minik bir limana yanaşıyor. Biletimiz gidiş dönüş olduğu için dönüş saatine bakıp adayı gezmeye başlıyoruz. Burada vaktinde Rumlar yaşadığı için tipik Rum taş evlerini görülüyor. Zaten adada Rum Mahallesi ve Türk Mahallesi var. Evler tipik. İç kısımlar Yunan adası mimarisini yansıtıyor. Küçük bir lokantaya oturup yemek yiyoruz. Adanın en güzel plajı Ayazma plajı. Ayrıca Mitos ve Akvaryum plajları da var.
Yemeğin ardından Kaleyi gezmek istiyoruz. Kalenin ilk ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmiyormuş. Venedikliler, Fenikeliler ve Cenevizliler kaleyi kullanmışlar. En son, Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlılar bu kaleyi restore etmişler. Kalenin etrafı hendeklerle çevrili. Şato gibi girişi asmalı bir kapıymış ama şimdi normal bir kapıdan giriliyor.

Muhteşem bir manzara var. İçeri giriş ücretli. Ve belirli saatlerde. Kale o kadar büyük ki gezmek için iki saat ayırmak gerekir. Bu arada merdivenleri çıkarak en tepeye tırmanıyorsunuz. En üstte korsan gemilerinin gelişlerini gözetleme kulesi ilginç.
Ayrıca Osmanlılardan, Cenevizlilerden kalma mezar taşları bulunuyor. Bir taşın üzerinde Braille alfabesine benzer harflerle yazılmış yazı çok ilgimi çekti. Bu taşlar kalenin tüm tarihini anlatıyor. Ama buradaki tarihi kalıntıları açıklayan hiçbir bilgiye rastlamadım. İç kısım çok bakımsız. Temiz değil. Böyle olunca insan çok üzülüyor. Tertemiz olması gereken bir yer. Bir patlamaya hazır top, çapa, sanırım değerli parçalar.

Çok güzel bir kale. Çıktıktan sonra dolaşmaya devam ediyoruz. Dar sokaklarda lokantaların dışarıya koyduğu masalar, çiçekler, çok hoş bir görüntü. Bozcaada aynı zamanda şarapları ile de tanınıyor. En iyi nereden alırım diye sorunca tarif ediyorlar. Pek öyle ucuz değil.
Ama tabii almadan olmaz. Çok değişik dekorlar. Hoş sokaklar, pansiyonlar. Yerel halk iki milyon civarında. Sanırım turistler ile bu sayıyı bayağı arttırıyor.
Şirin bir meydanı ve hediyelik eşya satan dükkânları, sahilde kafeleri var bu güzel adanın. Biz de bu kafelerden birine oturup feribot saatini bekledik. Gemi tam saatinde kalkmadı. Biraz korktuk çünkü en son gemi. Bunu kaçırmamak gerekiyor. Yoksa geceyi adada geçiririz. Neyse bindik.

Geyikli ’ye varınca sahilde belediye plajında denize girdik. O kadar güzel bir tesis ki şaşırdım doğrusu. Deniz tertemiz ama felaket soğuk. Dondum. Türk, oyuncu, komedyen ve müzisyen Ata Demirer “Eyvah Eyvah” adlı filmini Geyikli ’de çekmiş. Böyle olunca da Geyikli iyice ünlenmiş. Biz de Geyiklinin içine girip görelim istedik. Küçük bir kasaba. Hemen ortasında “Ata Demirer” parkı ve güzel bir güvercinlik görülüyor. Hava iyice kararıyor. Burası tam bir Anadolu kasabası. Herhâlde bu yüzden film için seçildi.

Akşam yemeğini nerde yiyebiliriz diye sorunca “Dalyan” dediler. Bize yolu tarif ettiler. Yol pek de iyi değil ama yediğimiz balık düşünülürse değdi. Sahilde lokantalar ve pansiyonlar var. Biz Dalyan Restoran’a oturduk. Mükemmel bir yemek çok keyif aldık.
Buradan Truva Ören yerine gidiyoruz. Geceyi oradaki bir pansiyonda geçireceğiz. Yollar kötü. Yeni yol çalışmaları yapılıyor. Issız yerler. Epey geç tam ören yerinin dibinde üç kardeş tarafından işletilen “Truva” pansiyona varıyoruz.