Manavgat civarında Side Crown Palace, bir saray konseptinde yapılmış.Her tarafında altın rengi bir detay görüyorsunuz. Girişte katların baktığı orta boşluktan sarkan kocaman avize ışıl ışıl, tavus kuşuna benzetilmek
istenmiş. Genelde Almanya’da yaşayan Türklerin tatil için geldikleri “Her şey dâhil “otellerden. Yemekler muhteşem ve çalışanlar çok güler yüzlü.
Sabah misafirlerimizi gezdirmek üzere Damlataş Mağarasına götürüyoruz. Oradan Alanya kalesini gezeceğiz. Mağara deniz kıyısında.1948 yılında bulunmuş. Mağaranın sarkıt ve dikitleri 15 bin
yılda oluşmuş. Sarkıtlardan sürekli akan su damlaları nedeniyle mağaraya “Damlataş” adı verilmiş. Astım hastalarına iyi gelen havasıyla ünlü. Hatta bu hastalar için doktor kontrolünde kür bile
yapılıyormuş.
Girişte güzel bir park bulunuyor. “100.Yıl Parkı.” Sahile doğru yürüyoruz. Nefis kumuyla Kleopatra Plajı 2 km uzunluğunda sahil şeridi ile Alanya’nın tanınmış plajlarından. Bir balık restoranına oturup
manzaranın keyfini çıkarıyoruz. Güneş parlıyor. Yaz olsa kendimizi sulara atardık. Tepede Alanya kalesini görüyoruz. İşin güzel tarafı kaleye çıkmak için bir teleferik yapılmış. Bir süredir çalışmıyormuş ama bugün
çalışmaya başlamış. Gezi şansıma her zaman güvenmişimdir. Bir kez daha doğrulanmış oldu. Geriye doğru yürüyerek teleferik istasyonuna geliyoruz. Alanya kalesine araba ile ya da yayan çıkabiliyorsunuz ama
biz teleferiği tercih ettik.
Tarihi Alanya Kalesi UNESCO Dünya Kültür Mirası adayı. Uzun yıllardır alınmayı bekliyor. 6 km uzunluğunda surlarla çevrili, 10 hektarlık bir yarımada üzerine yerleşmiş. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı
medeniyetlerine ev sahipliği yapmış. Denizden ve karadan erişilmesi zor ve doğal korunaklı oluşu nedeniyle tarih boyunca cazip halini korumuş..
İyi korunmuş bir Ortaçağ kalesi. Sayıları 140’ı bulan burçları, kentin su gereksinimini sağlamak üzere bir kısmı halen kullanılan 400 kadar sarnıcı, 1960 yıllarına kadar kullanılmış tersanesi.
Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda Burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcuna inerek Tophane ve Tersaneyi geçip başladığı yer olan Kızılkule’de son buluyor.
Kalenin İçkale olarak adlandırılan ve yarımadanın en tepe yerine kurulmuş olan kısmı denizden 250 metre yükseklikte. İçkale’nin orta bölümündeki alanda bir Şapel var. Selçuklu sultanı
Alaeddin Keykubad kalenin savunmasını güçlendirecek yapılar da yaptırmış. Kızılkule de bunlardan biri. Selçukluların Akdeniz ile bağlantılarını sağlayan tersane, 1227 yılında inşa edilmiş. Tersaneyi güvence altına almak için yapıldığı sanılan tophane iki katlı ve Alaeddin Keykubad döneminde bitirilmiş. Kalede yerleşimin günümüzde de sürmesi ayrıca ilginç. Ahşap ve kâgir tarihi evlerde yaşam devam ediyor.
Ünlü tarihçi Strabon’un anlattığına göre Alanya Kilikya’ya batıdan girildiğinde, ilk şehir. Zapt edilmesi güç, çok dik bir kayaya kurulan kalesi ve korunaklı limanı nedeniyle milattan önce 2. yüzyıldan itibaren
korsanların merkezi olmuş. Yukarı Kale’deki Süleymaniye Camii, bedesten, arasta ve geleneksel
Alanya evleri Osmanlı Dönemi’nde eklenmiş. Teleferik kalenin alt bölümü Ehmedek’e kadar çıkıyor. Sonrasını
yürüyerek tırmanıyorsunuz. Yukarıya çıkarken yeşillikler içinde Alanya, mavinin en güzel tonlarını barındıran deniz ile harika bir manzarayı seyretme fırsatı yakalıyorsunuz. Güzellik karşısında büyüleniyorsunuz.
Aşağıdaki Kleopatra plajı o kadar güzel gözüküyor ki insan hemen atlayıp yüzeyim diyor. Tahta merdivenlerden tırmanarak seyir teraslarına varıyorsunuz. Ağaçların arasından kuşbakışı Alanya manzarası önünde poz vermek için birbiriyle yarışan insanlar bu güzel görüntüyü en iyi bir biçimde yakalamak için savaş veriyorlar. Sanki bir köyde yürüyormuş gibisiniz. Ağaçlar, çiçekler, mis gibi hava. Alanya Kalesi surları içerisinde
halen yaşanılan iki mahalle bulunuyor. Bu mahallelerdeki evler 19 yüzyılın sonu ve 20 yüzyılın başlarında inşa edilmiş geleneksel evler. Ahşap ve taş kullanılarak yapılmış, iki katlı. O dönemlerde evlere ulaşan su sistemi bulunmadığından tüm evlerin içerisinde ve bahçesinde sarnıç var. Sarnıçlar çatıdan suyun yönlendirilmesi ile dolduruluyormuş. Ot toplayan hanımlar, restore edilmiş evlerinin önünde tahta tezgâhlarda
kendi yaptıkları ürünler ya da bahçelerinde gözleme, çay, taze portakal suyu gibi yiyecekler, içecekler satan, kale halkı. Hatta biz de böyle bir yere oturduk. Ev atalarından kalmaymış. Güzel bir restorasyon görmüş.
İki çocuğuyla burada yaşayan bir aile. Anadolu’da bazı kalelerin içi evlerle dolu ama onlar oldukça kötü durumda. Tarihin içinde yaşamak,dışarıdan çok çekici geliyor.
Eski mezarların bulunduğu yerler, “Alanya’yı görmeden ölmemeli” sloganıyla Alanya Belediyesi tarafından yapılmış, kalenin, Alanya’nın eski ve yeni halini gösteren panolar yolumuz üzerine sıralanmış.
En tepede kalenin en güzel bölümü görebilmek için ücret ödüyorsunuz. Burada Alanya Belediyesi tarafından, Alanya’nın fethinin 800. yılı etkinlikleri çerçevesinde, Selçuklu sanatı ve Selçuklu yaşantısının
günümüze kadar gelen yansımalarının anlatıldığı sergiler yer alıyor.
“Anadolu Selçuklu Sikkeleri Sergisi ve Hatıra Para Köşesi”, “Selçuklu’an Günümüze Zanaatkârlar Sergisi” ve “Alanya Kalesi ve Selçuklu Çini Sergisi”. Bahçede, demir parmaklıklı kutuların içindeki taş gülleler, çanak çömlek parçaları, tarihi dokuyu anlatmak için güzel düşünülmüş detaylar. Tahta yolları takip ederek yürümeye devam ediyoruz. “Adam Atacağı” denilen bölüm gerçekten ürkütücü. 250 metrelik uçurumun tam üstünde 15 metre derinlikte bir zindanın bulunduğu yer.
Buradan atılan bir taşın hava akımı ve yer çekimi nedeniyle denize düşürülmesinin çok
zor olduğu açık. Gezenler dilek tutarak taş atma geleneğini sürdürüyorlar. Geleneği diyorum çünkü bunun bir hikâyesi var. Roma döneminde idam mahkûmları, buraya getirilir aşağıdaki keskin kayalara
atılmadan önce kuyuda aç, susuz bekletilir sonra eline üç tane taş verilir ve eğer bu taşlardan birini aşağıya atmayı başarırsan kurtulursun denirmiş ama tabii bu hiçbir zaman gerçekleşememiş.
Kaleyi gezmek için en az üç saatinizi ayırmanız gerekiyor. Çok büyük ve oldukça iyi bir düzenleme yapılmış. Tırmanış zor olsa da gördüklerinizbuna fazlasıyla değer.
Tekrar teleferikle aşağıya inip bu sefer de kaleyi denizden görmek istedik. En keyif aldığımız gezinin bu bölümü. Alanya iskelesinden kalkan bir tekne ile kıyıdan dolaşarak muhteşem eseri bir kez de bu cepheden seyretmek. Hava serin. Hatta soğuk diyebilirim. Ocak ayında tura çıkan tekne bulmak zor ama biriyle anlaşıyoruz. Yazın tekne turlarında yüzmek için bolca mola veriliyor. Kızıl Kule ve kemerli beş gözden oluşan
tersanenin önünden geçen tekne Alanya kalesini bulunduğu yarımadada çevresini dolaşarak, Korsanlar, Âşıklar ve Fosforlu mağaraya uğruyor. Dik kayalıkların en tepesinde gözüken surlar inanılmaz manzaralar sunuyorlar. İşin ilginç tarafı bu sarp kayalıkların üstünde oltaları elinde balık tutan kişilere rastlamamız. Kaptan buna bende şaşırıyorum. Nasıl iniyorlar buralara diyor.