Beste Serim Erbak:GÜZEL ANADOLU Iğdır

Tuzluca’ya giderken yoldaki rengârenk Gökkuşağı tepeleri, olağanüstü güzel oluşumlar. Farklı boyutlarda olmalarının yanı sıra, kahverengi, yeşil, sarı, mor, beyaz renkleriyle insanı büyülüyorlar.

Biraz ilerleyince ünlü tuz madenine varıyoruz. Rusların zamanında faydalandıkları maden şimdi Tuz Terapi Merkezi olarak geliştirilmiş.Eskiden buraya döşenen raylar aracılığıyla tuz çıkartılıyormuş. Görevli tüm Türkiye’nin tuz ihtiyacının buradan karşılanabileceğini söylüyor.

Gözlerime inanamadım. Muhteşem bir yer. Astım, bronşit gibi solunum yolu hastalıklarına iyi gelen bir havası var. Doğa harikası, muazzam bir tuz rezervi. Daha hepsi bulunamamış. Iğdır Üniversitesi halen çalışmalar yapıyor. Polonya’da Tuz mağarasını gezmiş hayran olmuştuk. Şimdi ikinci bir kez daha büyülendik. Girişte kil ve tuz ufak miktarlarda satılıyor. Maden içinde çalan müzik, renkli ışıklar atmosferi mistik bir hale dönüştürüyor. Bir takım odalar yapılmış. Sanırım buralar tedavi yerleri olarak düşünülmüş. Bazı odalardaki resimler ışıklandırılmış.

Ağrı Dağının eteklerinde koşan çocukların fotoğrafı çok güzel ama Karayiplerde, Palmiyeler altında güneşlenen insanları gösteren fotoğraf ile bir bağlantıyı anlayamadım. Yola, Ağrı Dağının inanılmaz görüntüsü eşliğinde devam ediyoruz. Efsaneye göre Büyük Tufan’dan sonra Nuh’un gemisi bu dağa oturmuş.

Kutsal kitaplarda adı geçen Ağrı Dağı farklı dillerde birçok isme sahip. Ararat, Kuh-i Nuh, Gli Dağ, Cebel’ül Haris gibi… Ünlü gezgin Marco Polo’nun hiç bir zaman çıkılamaz dediği dağa, ilk tırmanışı 1829’da Prof. Frederik Von Parat (Hayatını Rus İmparatorluğu’nda geçiren Alman doğa bilimci ve gezgin) yapmış. Doruğu bulut halkası ve karlarla kaplı. Türkiye’nin en yüksek dağı (5137m). O kadar güzel ki; durmadan fotoğraf çekiyoruz. Zirveyi her zaman görmek zormuş. Her yüksek dağda olduğu gibi.

Iğdır’a gece karanlığında giriyoruz. Çocukken geldiğim ama doğru dürüst hatırlayamadığım Iğdır. Yoğun bir yol çalışması olduğu için araba çukurlara girip çıkıyor. Otelimizi arıyoruz ama bulmak mümkün değil. Hangi sokağa girsek yol kapalı. En son çareyi bir taksiyi önümüze alıp, gitmekte buluyoruz. “ Hotel Dedemin 2” ana cadde üzerinde. Bavulları bırakıp kaybolmaktan korktuğumuz için yine bir taksi ile “Halil Usta ”ya gidip güzel bir akşam yemeği yiyoruz. Restoranın bulunduğu cadde ışıl ışıl. Sanırım buranın en güzel caddesi.

Ertesi gün bize tarihten bambaşka sayfalar sunan, Iğdır’a çok yakın, yörenin en eski yerleşim yeri Karakoyunlu ilçesine gidiyoruz. İlçe merkezine uzak olmayan Karakoyunlular dönemine ait mezar taşlarının
bulunduğu tarihi kabristanı ziyaret gerçekten sıra dışı. Moğol istilaları sonucu, XIV. yüzyılda Türkmenistan’dan Anadolu’ya göç eden Türk boyların kurduğu Karakoyunlu Devletine ait mezar taşları ya da bir başka deyişle tarihi belgeler bu açık hava müzesini oldukça değerli kılıyor.

Mezarlık ortadan geçen bir yol ile ikiye ayrılmış. Taşların üzerindeki kitabeler kişilerin tüm yaşamları hakkında bilgi veriyor. Yiğit, kahraman olanlar ile genç yaşta ölen delikanlıların mezarlarının başında koçbaşı mezar taşları bulunuyor. Bazı taşların üzerindeki el motifleri, mezarda yatan kişinin maharetini, elinden her iş geldiğini, usta olduğunu sembolize ediyor. Tarak motifi kadın mezar taşlarına işlenmiş. Uzun
uzun inceliyoruz. Her biri bir başka şey anlatıyor. 1991 yılında koruma
altına alınan kabristan, ağaçlar, çiçekler ve otlar arasında huzurlu bir sessizlik içinde. Yöredeki bazı diğer köylerde de bu tür mezar taşlarına rastlamak mümkünmüş. Yolumuz Doğubayazıt’a doğru.