Beste Serim Erbak:Amasra “Çeşm-i Cihan”

Eşim, aradan uzun yıllar geçtikten sonra, çocuk denecek yaşta tanıştığı ve üniversite yıllarına kadar, yatılı olarak birlikte eğitim gördüğü, tüm günlerini beraber geçirdiği arkadaşlarını yeniden görmenin sevincini yaşadı.

Yurdun her yerinden hatta yurt dışında yaşayanların bile katıldığı arkadaşlar bir araya geldiler. Her karşılaşma anı bir başka şaşkınlık, bir başka coşku… “Aaa Ahmet bu sen misin? Tanıdım seni!” “Olamaz! Hiç değişmemişsin!” gibi cümleler, bir zamanlar takılan lakaplar havada uçuştu. Sohbetler, geçip giden hayat öyküleri, paylaşılan anılar,aralarından ayrılanları hüzünle yâd etme bu güne ve geceye damgasını vuran duygu dolu sahneler yaşanmasına neden oldu. Muhteşem,
kelimelerin yetersiz kaldığı bir kavuşma gerçekleşti. Ve ertesi gün yeniden ayrılış. Hafızalara unutulamayacak bir gün daha eklendi. 60 yıl sonra görüşmek, inanılmaz…Ekim’in ilk günü, ormanın içinde, bize tarifi imkânsız duygular yaşatan bu yerden çıkıp yine yollara koyuluyoruz. Sapanca Gölü kıyısında bir kahve molası vermenin yerinde olacağını düşündük. Sakarya ve Kocaeli sınırları içinde kalan bir tatlı su gölü Sapanca. Yer mavi gök mavi… Yeşil doğanın içinden fışkıran, renk mavi.Göl kıyısına güzel bir yürüyüş yolu yapılmış. Restoranların bazılarının suyun üstüne doğru uzantıları bulunuyor. Ufukta göl, gök ile birleşmiş.Mucize güzelliklerin tadına varıyoruz.Karadeniz’in yemyeşil ormanları içinde, kıvrıla kıvrıla inen dağ yolunu izleyerek, tam güneş batarken Amasra’ya varıyoruz. Denize uzanan bir burun ve bu burnun yanında koylar, adalar… Amasra doğanın insanoğluna bahşettiği tüm büyüleyici güzelliklere sahip.Karadeniz kıyısındaki bu şirin yer, dik yamaçlardan aşağıya doğru sıralanan rengârenk minik evleri, küçük koylarıyla İtalya’nın Amalfi sahillerini anımsatıyor.Tarihi kalenin giriş kapısına yakın sevimli, Sardinia Otele yerleşiyoruz.Amasralı öğretmen arkadaşım Pınar, buraya geleceğimizi duyunca bize
bu oteli önermişti. Çok da iyi oldu.Eskiden Zonguldak’a bağlı şimdi ise Bartın’ın bir ilçesi olan Amasra’nın adı Antik çağda “Sesamos”, M.Ö III. yüzyılda “Amastris” olarak geçiyor.İranlı prenses Amastris döneminde en parlak zamanını yaşayan kent, 5 bin yıllık bir tarihin izlerini taşıyor. Milattan önce 3000'li yıllarda kurulduğubilinen, Roma, Bizans ve Ceneviz halkının yaşadığı Amasra tarih boyunca korunaklı limanlarıyla deniz ticaretinin gözdesi olmuş. 1461 yılında Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in burayı almasıyla Osmanlıların idaresine geçmiş. Padişahın Amasra’yı tepeden ilk gördüğü anda; “Lala, lala, Çesm-i cihan dedikleri yer bura mı ola?” demesi ne kadar güzel bir yere geldiğini belirtmek istemesinden olsa gerek.

Amasra 1968 yılında büyük bir depremle sarsılmış. Deprem sırasınd deniz suları önce 50 metre kadar geriye çekilmiş, ancak hemen sonrasında gelen büyük dalgalar Amasra’yı sarmış. Birçok bina yıkılmış, harap olmuş, can kaybı yaşanmış.Akşam yemeğini otele çok yakın deniz kıyısında, 1945’ten beri bir aile işletmesi olan Mustafa Amca’nın Yeri balık restoranında yemek istedik. Özellikle salatası ve çıtır çıtır pişmiş taze balıklarıyla ün salan bu yer hem dış hem de iç dekorlarıyla muhteşem. Restoranı ilk açan Mustafa Ayyıldız’ın vefatından sonra oğlu Celil babasının mirasını, sanatını devam ettirmiş. Çocuklar, torunlar hepsi çalışıyor. Celil Bey o sevimli Karadeniz şivesiyle bize geçmişi anlattıktan sonra lezzetli salatalarının sırrını da şöyle açıklıyor; “Ben her mevsim taze çıkan otları kullanarak salatalarımı hazırlarım. Her defasında ayrı bir özenle…” diyor. İşini dikkatle, sevgiyle, istekle yapan insanların başarı öyküsü… Amasra’nın gecesi bir başka büyülü. Parlak ışıkların denize yansıması ile eşsiz görüntüler, harika tablolar ortaya çıkıyor. Bu küçük yer, büyük izler bırakıyor. Biraz yürüyünce Barış Akarsu Parkına geliyoruz.1979’da doğan, 2007 yılında geçirdiği trafik kazasında, genç yaşta vefat eden Barış, Amasralı,  şarkıcı, söz yazarı ve oyuncu. Barış Akarsu’nun heykeli Tankut Öktem tarafından yapılmış ve parkın ortasındaki yerini almış. Bu kısa yaşamına sanatçı ne kadar çok şey sığdırmış.
Ertesi gün yağışlı bir havada uyanıyoruz. Malum Karadeniz’deyiz. Bu kadar güzel yeşil nasıl olmuş belli. Otelin en alt katındaki etrafı Sardunyalar, rengârenk çiçekler ile çevrili camekânlı bolümde organik bir kahvaltının ardından gezimize kaleden başlamak üzere dışarı çıkıyoruz.Zaman zaman çiseleyen yağmur yürümemizi engellemiyor.Otelin önündeki dar sokaktan hafif yukarıya doğru tırmanınca tarihi kalenin kapısına varıyoruz. Yarımadanın bir ucundan başlayıp Boztepeadasının sonuna kadar uzanan kale duvarlarında ortaçağdan kalan birçok kapı ve dehliz bulunuyor. Kale iki ayrı bölümden oluşuyor. Biri Boztepe diğeri ise Kaleiçi. Eskiden Boztepe bir adaymış. Roma döneminde inşa edilen Kemere Köprüsü ile anakaraya bağlanmış.Romalılar, Bizanslılar ve Cenevizlilerin yaşadığı kale çeşitli dönemlerde birçok onarım geçirmiş. Kale UNESCO Dünya mirasları geçici listesine yerleşmiş, alınmayı bekliyor. Kale içine araba ile girebiliyorsunuz. Ancak
kapılar çok dar. Sadece tek araba geçebiliyor.

Surların duvarlarına taşların arasına yerleşen Cenova armaları, Eros,Medusa, kartal, öküz başı, gibi figürler kalenin geçirdiği dönemleri anlatıyor. Gezerken birçok binanın, merdiven basamakları, pencere kirişleri ve bahçe duvarlarına yerleşmiş tarihi parçalara rastlıyoruz. Bazı evler şirin kafelere dönüştürülmüş, bazılarında ise halen oturuluyor.Aralarda beton yerleşimler de yapılmış. Bu durum tarihe zarar vermiş.Rengârenk boyalı evlerin arasından Ağlayan Ağacın bulunduğu tepeye doğru çıkıyoruz. Felaket bir yokuşun sonunda 350 yıllık Selvi ağacına varılıyor. Ağacın sırrı şöyle; Özellikle havanın sisli olduğu zamanlarda
ağaç denizden aldığı nemi bünyesinde biriktiriyor. Sonradan ani ısınmalar, hava değişimlerinde bunu yağmur damlaları halinde geri veriyor. Ender rastlanan bir doğa olayı. Boztepe’nin zirvesinde muhteşem Amasra panoramaları eşliğinde bir çay bahçesinde keyifle çayımızı yudumlayarak, Karadeniz’in coşkun dalgalarının sesi
kulaklarımızda tam karşıdaki Tavşan Adası ve limanı seyrediyoruz. Biraz daha tırmanırsanız 1863’ta yapılan Deniz Feneri de görülebiliyor.Aşağıya inip Antik
limana varıyoruz. Aslında burası yüksekliği 7 metre olan Antik Direkli kayasıyla biliniyor. Cenevizliler ve Bizanslılar tarafından kullanılıyormuş. Tarihi bir merdiven ve iskeleden oluşuyor. Kraliçe Amatris’e ait olduğu düşünülen denizle bağlantılı bir havuzun da bulunduğu yer gece baskınlarından korunmak için yapılmış. Hem denizi aydınlatmak hem de denizi gözetlemek için. Kaleden çıktıktan sonra tarihi Osmanlıya dayanan Çekiciler Çarşısına dalıyoruz. Ihlamur, ceviz, şimşir, dişbudak ve kiraz ağaçlarından yapılmış, yöresel ahşap eşyalar özellikle dikkat çekiyor. Sahile yakın yürümeye devam edince, girişinde, 1955’ten sonra Amasra’nın seçilen ilk Belediye Başkanı Türk Bizantolog  ve sanat tarihçisi, köklü denizci ailelerinden Eyiceoğulları’ndan, Semavi Eyice’nin rölyef anıtının bulunduğu Belediye parkına geliyoruz. Bir yanda deniz diğer yanda doğa. Çok güzel düzenlenmiş.Sonunda Amasra’yı karadan ve denizden kuşatan Fatih Sultan Mehmedve Vezir-i Azam Mahmud Paşa’nın heykellerin önündeyiz. Amasra müzesi de burada. Bir zamanlar Bahriye Mektebi olan tek katlı taş bina bahçesinde tarihi eserlerle pek güzel gözüküyor. Sütun başlıkları,heykeller, mezar taşları, lahitler, sunaklar, alınlık ve kaideler gibi buluntular, denizden çıkarılan amforalar, gözyaşı kapları, çeşitli dönemlerin paraları sergileniyor.Küçük limanda üç katlı ahşap ince işlemeli Edhem Ağa Konağına doğru yürüyoruz. Konak 1890’da yapılmış. Karadağ Kotor’dan Amasra’ya gelen madenci Edhem Ağa rivayete göre bu konağın tamamlanması için bir fes dolusu altın vermiş. Teras ve balkon kapılarının yanlarında mermer sütunlar var. Tescilli eski eser olan Edhem Ağa evi özgün biçimiyle korunmuş olmakla birlikte, oldukça yıpranmış. Şu anda ev olarak kullanılıyor. 2003 yılında Yusuf Kurçenli’ nin yönettiği, Kadir İnanır ve Türkan Şoray’ın başrol oynadıkları “Gönderilmemiş Mektuplar” adlı film burada çekilmiş. Otele dönerken restoranının önünde Celil Beye rastlıyoruz. İtina ile çiçeklerini düzenliyor. Tabii ayaküstü sohbet etmeyi ihmal etmiyoruz.Artık bu güzel yerden ayrılma vakti geldi. Saati 13.30 yaptık. Eşyalarımızı toplayıp yola koyuluyoruz. Amasra’ya 4km uzaklıkta bulunan yamaçtaki kayalara oyulmuş Anadolu’da eşi benzeri olmayan, anıtsal eser Kuş Kayasını göreceğiz. Anıt, Gaius Julius Aguilla tarafından Roma İmparatoru Tiberius Germanicus Claudius adına M.S. 41–54 yılları arasında yaptırılmış. İnsan figürlü başsız bir heykel, gücü temsil eden Roma kartalı ve iki kitabeden oluşan anıt gerçekten görülmeye değer. Anıta tahta merdivenlerden çıkılıyor. Merdivenler ve aralardaki yürüyüş yolu doğa ile uyum içerisinde. Ama çıkış beni biraz yordu. Sonuç harika olduğu için buna değdi doğrusu. Bana sanki burası büyük bir kapıymışda açılıverecekmiş gibi geldi.