2023 yılının, 28 Eylül sabahı, eşimin 1963’te İstanbul Erkek Lisesine başlarken ilk defa tanıştığı sınıf arkadaşları ile bu sene, tam 60 yıl sonra,kavuşma toplantısına katılmak üzere İzmir’den Sapanca’ya doğru yola çıktık.
Tabii bu buluşmayı fırsata dönüştürerek güzel bir güzergâh çizmeyi de ihmal etmedik.İlk hedefimiz uzun zamandır ziyaret etmek istediğimiz ama bir türlü fırsatını bulup ta göremediğimiz Manyas Kuş Cenneti Milli Parkı.Bursa’ya doğru giderken Balıkesir’i geçince Bandırma sapağından ana yoldan ayrıldık. Kuş Cenneti deyince akla bir yığın kuş görebileceğiniz bir yer geliyor. Ama tam olarak öyle değil. Burada asıl amaç kuşların rahatsız olmaması.Böyle olunca da onları ancak uzaktan bir gözetleme kulesine çıkarak ya da bazı iskelelere yanaşarak gözlemleyebiliyorsunuz.Marmara Denizinin güneyinde, tektonik hareketler sonucu oluşan Uluabat ya da eski adıyla “Apolyont” geniş ve sığ bir tatlı su gölü olma özelliğini taşıyor. Ortalama derinliği bir, iki metre. Gölde irili ufaklı 11 kadar adacık bulunuyor. Gölün, Balıkesir’in Manyas ilçesinde bataklık görünümünde sazlıklar ve söğüt korusuna sahip, Kuş Gölü de denilen, kısmında göçmen kuşlar ve yerel kuşların uğrak yeri olan bu küçük ilgi çekici alan, tüm Dünyada kuş yaşamlarını inceleyen, merak edenlerin görmeyi tercih ettiği, coğrafyaların ilk sıralarında yer alıyor. Kış mevsimi biterken kuşlar soğuk yerlerden göç edip elverişli iklim koşullarına sahip sessiz, sakin ve güvenli buldukları bu Kuş Gölü denilen yere yerleşiyorlar. 1959 yılında Kuş Cenneti Milli Parkı olarak ilan edilen alan birçok kuşun üreme yeri. Kaşıkçı, Çeltikçi, Batağan familyası gibi 240’a yakın türden kuş bu sulara çoğalmak, yuva kurmak için geliyor. Aslında gelmeden önce açık olup olmadığını öğrenmek için Bakanlığın web sitesine bakmış olsaydık, tadilat dolayısıyla kapalı olduğunu görürdük. Ama bu durumda gelmezdik ve bu güzel yeri gezme fırsatını kaçırmış olurduk. Kapıdaki görevliler içeri girmemize izin verdiler. Ağaçlarla çevrili bir yolda gözetleme kulesine doğru yürüdük. Bahçede müze ve idari bölüm bulunuyor. Tabii müze kapalıydı. Yüksekliği 18 metre olan kulenin asansörü çalışmıyordu.Tahta merdivenlerden çıkarken, duvarları süsleyen çeşitli kuş fotoğrafları parkın harika doğasını anlatıyor. 40 kişi kapasiteli son katta bir dürbün bulunuyor. Etrafı rahatlıkla izleyebiliyorsunuz.Kuşların yerleştiği kıyı uzak olduğu için yararı çok oluyor. Meraklıları için muhteşem bir yer.
Rotamızı yeniden Bursa’ya doğru çevirdik. Yolda “Dikkat Leylek Çıkabilir!” işareti çok ilginç. Bugüne kadar birçok hayvan ile ilgili bu tür işaretler görmüştük ama “Leylek?”. Burası Uluabat gölü kıyısında, mübadele döneminde Rumların yaşadığı, şimdilerde Leyleklere ev sahipliği yapmasıyla nam salmış, Avrupa Leylek Köylerinin Türkiye'deki tek temsilcisi, Eskikaraağaç köyü. Köyün güzel bir hikâyesi var; 2011 yılından beri köye gelen, balıkçı Âdem Yılmaz’ın elleriyle beslediği ve adını “Yaren” koyduğu leylek ile dostluğunun ünü yurt dışına kadar ulaşmış. Bu konuda çekilen bir belgesel Prag Film festivalinde en iyi
belgesel ödülünü kazanmış. Her yıl Haziran ayında "Uluslararası Eskikaraağaç Leylek Festivali" düzenleniyor. Köyün içinden geçerek göl kıyısına kadar ulaştık. Uluabat gölü Uluslararası “Yaşayan Göl” unvanına sahip. Köylüler geçimlerini bu gölden balık avlayarak sağlıyorlar.Leyleklerin gelmesi onlar için başka bir gelir kapısı olmuş. Göl kenarına yürüyünce sazlıklar arasındaki tekneleri fark ettik. Bazıları yer yer çatlamış toprağa oturmuş. Anlaşılan suyun yükselmesini bekliyorlar.Buraya gelirken, “Leylek Köy Göl Evi” diye bir yazı dikkatimizi çekmişti, dönüşte uğrayalım diye düşünmüştük, öyle de yaptık. Görmeseydik çok üzülürdük. Mükemmel bir yer. Büyük bir arazi üzerine kurulmuş, göl manzaralı tam bir doğal yaşam çiftliği. Demir kapı açılıp ta büyük bir bahçenin içine girince ne güzel bir yerde olduğumuzu hemen fark ettik.Bizi karşılayan Bey sizi buranın yöneticisiyle tanıştırayım deyip tahta malzemenin bolca kullanıldığı hoş bir restorana götürdü. Uluabat gölünü seyrederken Dr. Gülin Kayhan Hanımın ilginç öyküsünü kendisinden dinledik. Şimdiye dek dolaştığımız yerlerin hep geçmiş hikâyelerini anlattım. Ama bu yaşayan, canlı, taptaze olanı. Bursalı bir doktor çiftin kızı olan Gülin Hanım Türkiye’de sosyoloji eğitimini tamamladıktan sonra
Tokyo’da 10 yıl öğretim görevlisi, akademisyen olarak çalışmış. Kovid-19 salgını döneminde Bursa'ya dönerek ailesinin 30 yıl önce aldığı ve zamanla çiftliğe dönüştürdüğü araziyi eko turizme kazandırmaya karar vermiş. Kendi bahçelerinde ürettikleri ürünlerden yemekler sunuyorlar.Bahçe harika. Bitkiler, ağaçlar ve çeşitli hayvanların bulunduğu alanlar var. Farklı türde tavuklar, keçiler, inekler, kazlar, ördekler, Tavuskuşu,cins koyunlar, güvercinler… Çevresi güzel düzenlenmiş bir havuz bahçeye ayrı bir hava vermiş.
Bu akşam Bursa’dayız.