Özkan, Silivri’deki 517 günü tecritte geçirdiğini söyledi ve ekledi: İnsan sesi duyunca gözyaşıma mani olamadım. Allah’a yalvardım, aklımı korusun diye.
Dile kolay cezaevindeki 517 günü, içerisini lağım suyu basan bir tecrit hücresinde geçirdi Tuncay Özkan… Tecritin 100. günü ilk duyduğu insan sesinin ardından göz yaşlarına engel olamadı. Yapayalnız kaldığı hücresinde “Allah’ım aklımı koru, bana güç ver” diye dua etti. Tüm yaşadıklarına rağmen dimdik durdu. Ama konu eşi ve kızının bu süreçte yaşadıklarına gelince “sen beni ağlatmaya niyetlisin herhalde” diye çıkıştı…
‘İçeride yapayalnızdım’
– Hasret, sizi geceleri uykunuzdan uyandırdı mı?
Kaç geceler hem de… Bir kızınız var. Gencecik bir eşiniz var. Hayatınızda hiçbir zaman suç işlemek için bir şey yapmamışsınız. Masumiyetinizle oradasınız. Onlar dışarıda, siz içeride yapayalnızsınız. Bir hücrede tek başınasınız. Duvarlar ve siz varsınız. İki elinizi açtığınızda hücrenin duvarlarına değiyor elleriniz. Hücrenin duvarları yosun tutmuş ve o yosunlar çiçek açmış. Sabah ranzadan indiğinizde ayaklarınıza kadar insan pisliğine bulaşmışsınız. Çünkü kanalizasyon patlamış ve hücreniz lağım suyu altında kalmış.
– Hemen müdahale edilmiyor mu böyle bir durumda?
Ediliyor. Çağırıyorsunuz 5-6 saat sonra geliyorlar. Size, “Tamirat yapıldı, temizle kardeşim burayı” diyorlar. Paspas alıp temizliyorsunuz.
‘Sizi kırmak istiyorlar’
– Bu bir psikolojik işkence mi?
Yalnızlaştırmak ve sizi kırmak istiyorlar. Cezaevinin amacı sizi kırmak, dökmek, paramparça etmek. Konuşmayacaksınız. Anlatmayacaksınız. Hayatınızda mücadele ettiğiniz ne varsa vazgeçeceksiniz.
– Mustafa Balbay’la verdiğiniz mutlu pozlar yüzünden mi koğuşlarınız ayrıldı?
Balbay’la beni ayırma nedenleri ayrı ayrı kırılmamızı sağlamak. İnsan, insana ilaç oluyor cezaevinde. 517 gün hücrede tek başıma kaldım. 100. gün üst katta kalan üç kişinin camları tadilat sırasında kırıldı. Ben o sırada havalandırmadaydım. Bana seslendiler. 100 günün sonunda ilk kez insan sesi duydum. Gözyaşlarıma mani olamadım.
‘Aşka ve umuda sarıldım’
– Koğuş ve hücre arasındaki en büyük fark insan mı?
Bakın, biz Mustafa Balbay’la yan yana hücrelerde kaldık. İki kişinin yan yana kalması inanılmaz bir şey. Üç kişinin kalması daha da muhteşem. Birbirinizin yarasını sararsınız. Ama tek başına olduğunuz zaman Allah, siz ve inançlarınızdan başka hiçbir şey yoktur. Yapacağınız şey “Allah’ım aklımı koru” diye dua etmektir. “Allah’ım aklımı koru, bana güç ver” dedim. Aşkım ve umudum. Eşim ve kızım. Kitaplarım ve kalemim. 7 kitap yazdım ve hepsini elle yazdım. Aşka ve umuda sarılınca; yani Duygu ve Nazlıcan’a sarılınca, iman ile Allah’a bağlı olunca, O sizi koruyup kolluyor. Benim hücremi insan pisliği 4 kez bastı…
Bu koşullarda akıl sağlığını koruması çok zor insanın…
(Gülüyor) Bir şüpheli durum görüyorsan söyle, hemen doktora gidelim. Bak ellerime. Sarılık geldi oturdu. Bunun nedenini bilmiyoruz. 1 yıl boyunca hastaneye gönderilmedim. 6’ncı yılda tam tetkiklere başladık tahliye geldi.
‘Her görüş bir travma’
– Cezaevinde unutamayacağınız olay nedir?
Cezaevinin 10 sırrı vardır. O sırlardan hiçbirisi cezaevinden çıktıktan sonra söylenmez. Ama şunu söyleyeyim. Her kapalı görüşün ardından bir travma yaşıyorsun. Camda kalıyor bir parçan. Hasret içinde kalıyor. Koğuşa gelince duramıyordum. Hemen yatıp sakinleşmeye çalışıyordum. Duygu ve Nazlıcan da aynı şeyi dışarıda yapıyorlarmış. Kolun, omuz başından kesik. Elini uzatıyorsun ama oradaki cam bölmeden gidecek başka bir şey yok. Geliyorsun telefonda seni seviyorum diyeceksin. “Seni se…” deyince telefon kapanıyor. Kapalı görüşün her biri ayrı bir dramdır. Yüreğimi dağlayan bir şeydir. Cezaevinin her şeyini unutmak istiyorum. Geleceğe hiçbir şey taşımak istemiyorum.
‘Artık hiç üşümüyorum’
– Hep dik durdunuz. Hatta duruşmalarda espriler bile yaptınız. Bu, acıya direnme yöntemi miydi?
Cem Yılmaz’ın en büyük rakibiyim biliyorsun…
– Artık özgürsünüz 6 yıl sonra eve gelmek nasıl bir duygu?
Mutluluk, huzur… İnsan cezaevinde çok üşüyor. Böyle kemiklerine yansıyan bir üşüme yaşıyor. Ama artık hiç üşümüyorum. Üç gündür hiç uyumadım ve üç gündür hiç üşümüyorum. Hayret ki ne uykusuzluk çekiyorum ne de üşüyorum. Buram buram terliyorum. Çok ilginç ama üşümüyorum.
‘Hemen anneme gittim’
– İlk gün neler yaptınız?
Evet, ruhumuz özgür. Saat 18.00 civarı Silivri’den döndük. Dostlarımızla beraber buluştuk. Sonra eve geldik. Ertesi gün ise Berkin’in cenazesine katıldık. Sonra Ankara’ya anneme gittik. Elini öpüp geldik.
– Anneniz en sevdiğiniz yemekleri yapmış diye duyduk…
En sevdiğim yemekleri yapmıştı. Yaprak sarma, şehriye çorbası, salata ve taze fasulye yapmıştı. Sevinçle karşıladı. Koltuk değnekleriyle yürüyor. Son 2 yıldır gelemiyordu beni görmeye. Çok kocaman sarıldı bana. Dualarla sarıldı. (70 yaşındaki annesi o cezaevindeyken en sevdiği ve pişirmeye elinin varmadığı yemekleri oğlu çıkınca yapmış.)
– Evde gözünüzün aradığı ilk şey ne oldu?
Duygu (gülüyor). Duygu’nun annesi ve kardeşi benim için çok kıymetli. Onları aradım. İnsan aradık.
“Duygu’yu hiç çiçeksiz bırakmadım”
6 yıl tutukluluğun ardından tahliye olan Gazeteci Tuncay Özkan, cezaevinde eşi Duygu Dikmenoğlu’nu hiç çiçeksiz bırakmamış. Ya 5 litrelik su bidonlarında yetiştirtiği fesleğenleri buket yapıp getirmiş eşine, ya da yol kenarından kopardığı çiçekleri… Tahliye sonrası fesleğen ve nanenin yerini ise manolya almış…
Duygu ve Nazlıcan’a çok şey borçluyum
– Tuncay Özkan yalnız kaldığında hiç ağladı mı?
Ağlamaz olur mu? İnsan cezaevinde çok ağlıyor. Kendiyle baş başa kaldığında bir türkü, bir ses, bir hatıra, yani mesela üstüne bir şey giyeceksin. Duygu Hanım parfümünden sıkmış bir atlete. Düşün ki o kokuyu aldığın zaman ağlamayıp da ne yapacaksın. Nazlıcan çok güzel şiir yazıyordu. Şimdi bir baba, kızının yazdığı şiire ağlamayıp ne yapsın? Yürekteki yangını söndürmüyor ama mücadele etmek için iki damla gözyaşı koyveriyorsun. Bütün bunlar doğal.
– Siz içerideyken kızınız ve eşiniz de bir savaşçı gibi mücadele etti. Onlar nasıl zorluklarla karşılaştı?
Beni ağlatmak istiyorsun galiba…
– Ağlama değil gülme günü bugün Tuncay Bey…
Bir lokmayı yutarken boğazına takıldığını düşün. İşte onların durumu odur. Nefes alırken, tam nefes alamamadır. Gülerken 1/4 gülmekdir. Cezaevine bir maskeyle gelir
onlar. Biz de o maskeyi takarız. “Her şey güzel gidiyor” deriz. Ama siz onların söylemediklerini okumak, gözünün kenarında kalan yaşı görmek, hüznü yakalamak zorundasınız. Hem Duygu’ya, hem de Nazlıcan’a, sadece bir baba ve eş olarak değil, insan olarak; bana savaşı ve aşkı öğrettikleri için, savaşımda ve aşkımda benle mücadele etikleri için, hatta benden önde mücadele etikleri için çok şey borçluyum.
Duygu Hanım, sohbetimizi sessizce dinliyor. Kimi zaman eşinin anlattıkları karşısında güzel gözlerinden yaşlar süzülüyor!..
Benim aldığım her nefesin yarısı ona ait
– Nasıl bir aşktır bu size şiirler yazdırdı?
Ben, solukdaşlık diyorum ikimizin yaşadıklarına. Benim aldığım her nefesin yarısı ona ait. Aramızdaki uzaklığı daha çok severek, hep severek aştık. Bazen aynı şeyleri aynı anda yaptığımız olmuş. Ayrı olmamıza rağmen… Duygu Hanım’ın esaslı bir yüreği var. Çok esaslı hem de. Ben Duygu’yu cezaevinde de çiçeksiz bırakmadım. (Vitrini gösteriyor. Duygu Hanım Tuncay Özkan’ın her duruşmada verdiği çiçekleri kurutup biriktirmiş.)
– Nereden buluyordunuz? Bir yerden koparıyormuşsunuz…
Eyvah! Bak cezaevinin sırları ortaya çıkıyor. Nane, fesleğen, reyhanları ben yetiştiriyordum. Toprak yasak olduğu için, çaydan cezaevi toprağı yaptık onda yetiştiriyordum. Yetiştirdiklerimi Duygu ve Nazlıcan’a getirdim. Ama bir de duruşmaya gelirken yolda bir gül bahçesi vardı, atlıyordum. Arkamdan da jandarmalar atlıyordu. Gülü koparıp Duygu’ya getiriyordum. O da kurutmuş. Anı oldu.