Özgür Mumcu: Rehberim Erdoğan

Özgür Mumcu-2015-1Neden başkanlık istiyor? Kontrolü ve iktidarı yitirmek istemediği için. Sağlam çoğunluklu bir AKP hükümeti dahi olsa, partiye ve dolayısıyla hükümete nereye kadar söz geçirebileceği şüpheli. Bizzat seçim kampanyası düzenlemesi de bu sebeple. Bir seçim başarısının zaferini Ahmet Davutoğlu’na bırakmak istemiyor. “Benim sayemde ve başkanlık vaadiyle iktidara geldiniz” demesinin tek yolu bu.
Başkanlık getirecek bir Meclis çoğunluğu yakın bir ihtimal olarak gözükmüyor. Şayet bu gerçekleşse dahi Davutoğlu’ndan uysal bir Medvedev çıkması güç. Neticede rüyalarında Hegel’le, Gazali’yle tartıştığını söyleyen birinin başbakanlığa seçildikten sonra Erdoğan’la da tartışması sürpriz olmaz.
Başkanlık sistemi sadece bir kişinin iktidar aşkı sebebiyle gündeme geldiği için enine boyuna ele alınamıyor. Başkanlığı değil daha ziyade Erdoğan’ı konuşuyoruz. Nasıl bir başkanlık sistemi istendiğine dair de bir fikir yok. AKP’nin 2013’te Meclis Anayasa Komisyonu’na sunduğu başkanlık sistemi teklifinden dahi bahseden yok.
Başkanın yetkileri ne olacak, Meclis neye karar verebilecek, başkanın veto hakkı neleri içerecek, başkan nasıl denetlenecek?
Bunları gündeme almadan soyut bir başkanlık sistemi tartışması içindeyiz.
AKP’nin teklifi bir hayli zayıf bir hükümet ve denetlenmesi güç bir başkan içeriyor. Şimdi Erdoğan cumhurbaşkanı olduğuna göre muhtemel başkanlık önerisi ise bunun daha da altını çizecektir.
Yine de büyük ihtimalle olmayacak duaya amin deniyor ve muhtemelen hiç gelemeyecek bir başkanlık sistemini konuşuyoruz.
Ama bu işler böyledir. Her siyasi parti ya da lider kendisine en avantajlı gelen seçim sistemi ya da yönetim şekli için uğraşır. Oyu az ise nisbi temsilden yanadır, çoksa birden çoğunlukçu sistemin faydalarını keşfeder. Cumhurbaşkanına ters düşerken yetkilerinin kısılmasını ister. Cumhurbaşkanı kendiyse yetkisini arttırmak peşindedir.
1998’te verdiği röportajda yüzde 10 barajına karşı olan ve koalisyonlara alışmalıyız diyen Erdoğan’dı. O zamanki çıkarları bunu gerektiriyordu bugünküler ise başkasını.
Haksızlık etmeyelim bu sadece bize özgü bir durum değil. Fransa’da yarı başkanlık sistemine ölesiye muhalefet eden ve hakkında “daimi darbe” diye bir kitap yazan Mitterrand, başkan seçildiğinde yetkilerini sonuna kadar kullandı.
Türkiye’de neredeyse her parti muhalefetteyken yüzde 10 barajına karşı çıktı. İktidara gelince bunu değiştirmek için ise kılını kıpırdatmadı. İşin tuhafı milli görüş partileri, MHP, Kürt siyasi hareketi, CHP, DSP, merkez sağ… Hepsi baraj altında kalmayı da deneyimledi.
Cumhurbaşkanını halk değil Meclis seçse, Erdoğan üç dönem kuralını kaldırıp bu seçimde başbakan olsaydı rejimi daha az otoriter olmayacaktı.
Başkanlık ya da parlamenter rejim.Önemli olan yürütmenin denetlenebilmesi. Bu da yasamanın ve özellikle yargının bağımsızlığının sağlanmasıyla mümkün.
Yargıyı hükümetin mi yoksa bir cemaatin mi kontrol edeceğinin bilek güreşinin yapıldığı bir yerde ise bunun sağlanması güç.
O sebeple çıkış yolunu Erdoğan’ın 1998’deki sözlerinde aramak gerek. Rehberim Erdoğan, bakın ne demiş:
“Bir defa Türkiye koalisyonlara alışabilmeli. Demokrasi bir tahammül rejimidir.”
Birbirini dengeleyecek bir koalisyon belki ama o da sadece belki yargıyı içinde bulunduğu bu çıkmazdan kurtarabilir. Hadi abartmayayım. Daha da kötüleşmesini belki bir nebze azaltır.
CUMHURİYET

Leave a Reply

Your email address will not be published.