Ofise girdiğiniz anda herkes konuşmayı bırakıyor. Yanından geçtiğinizde iş arkadaşlarınız size rahatsız edici bakışlar atıyor.
Ofiste bir gerginlik var ancak kimse size ne olduğunu anlatmıyor: Çünkü dedikodunun asıl nedeni sizsiniz.
Ofisteki dedikodular anlayışla karşılanabilecek türde bir dikkat dağıtıcı etken olabilir. Ancak odak noktası siz olduğunuzda ne yapmanız gerektiğini bilmeyebilirsiniz. Aşırı tepki vermek veya yanlış anlaşılabilecek cümleler kurmak ateşe körükle gitmeniz anlamına gelebilir ancak bu durumu göz ardı etmeniz de ofisteki itibarınızı, hatta kariyerinizi bile zedeleyebilir. Dedikodunun fazlaca olduğu ofislerden paylarını alan üst düzey yöneticiler, bu durumu çözmenin tekniklerini anlattı.
Professionalism Matters şirket başkanı Dana Brownlee, konuşulanların size zarar vermediği veya dedikoduların temelinin asılsız olduğu durumlarda yapılacak en doğru hamlenin bu dedikoduları duymamazlıktan gelmek olduğunu belirtiyor ve “Kendinize sorun, ‘Bu gerçekten üstünde durmanızı gerektirecek bir durum mu?’” diyerek sözlerine “Önemsiz bir şeyin üzerinde fazla durarak hata yapabilir ve huzursuz görünerek olayı büyütebilirsiniz,” cümleleriyle devam ediyor.
Asılsız dedikodular basit bir “reddetme” yöntemiyle ortadan kaldırılabilir. Ancak eğer itibarınız veya bir işi yapma becerinizi kötü yönde etkiliyorsa daha sert bir cevap vermeniz gerekebilir.
Yönetici koçu Peggy Klaus, kısa bir süre önce birkaç teknik ekipten sorumluluğunu alması gerektiği hizmet programı yöneticiliğine atılan birine yardım ettiğini dile getiriyor. Klaus, danışmanlığını yaptığı kişinin altında çalışan insanların çıkardığı dedikodunun ilerleyerek kendisinin yeterli tecrübesi olmadığına ve yeniden başka bir işe atanacağına kadar uzandığını belirtiyor ve “Ofise girdiğinde herkesin kendisiyle ilgili konuştuğunu anlayabiliyordu,” diyor. Bu yüzden de kişinin kendini savunmaya almaya başladığını söylüyor.
Klaus, kendisine danışan yöneticiye mümkünse mizahlı bir yaklaşımla yaklaşarak insanlarla konuşması gerektiğini söylediğini belirtiyor ve “Eğer böyle yapmazsanız, sizi kahvaltı niyetine yiyip bitirirler,” diyor.
Klaus’un tavsiyesi üzerine her teknik ekiple konuşan yönetici, kendileriyle muhabbet eder gibi bir ses tonuyla konuşarak şöyle demiş: “Konuşulan birtakım şeyler kulağıma geldi. Elbette ki buradaki insanların birinden değil. Benim bu işi yapamayacağım düşünülüyormuş. Gerçi benimle ilgili konuşulan başka şeyler de duydum ancak odada erkekler de olduğu için bunları tekrar etmem hoş olmaz.” Klaus, yöneticinin kendisine ihtiyacı olduğu zaman yardım edecekleri konusunda da her takıma güvendiğini ve amacını belirterek, biraz sert bir ses tonuyla “Ben hiçbir yere gitmiyorum. Eğer bu konuda bir sorunuz varsa, gelip benimle görüşebilirsiniz,” dediğini vurguluyor. Bu konuşmaların sonunda tüm dedikoduların kesildiğinin de altını çiziyor.
Yazar ve psikoterapist Christina Steinnorth-Powell, yıllar önce çalıştığı bir ruh sağlığı kliniğinden bir meslektaşıyla romantik bir ilişkiye başladığında ofisteki dedikodunun odak noktası olduğunu dile getiriyor. Kendisinin ve meslektaşının o zamanlarda bekar olduğunu ve farklı departmanlarda çalıştıklarını belirtiyor. Ancak bir haftasonu birlikte alışveriş yaparken görülmelerinin ardından “fısıldaşmalara ve değişik bakışlara maruz kaldığını” söylüyor.
Christina Steinnorth-Powell, iş arkadaşlarının kendisine haftasonunda ne yaptığına dair sorular sormaya başladığını, şık giyindiği zamanlarda kendisini erkek arkadaşına beğendirmek adına böyle yaptığına dair imalı şakalar yapıldığını dile getiriyor. Hatta erkek arkadaşından ayrılmasına rağmen dedikoduların devam ettiğini belirtiyor.
Kendisi bu durum yüzünden kimseyle yüzleşmediğini çünkü yanlış bir şey yapmadığını ve bu yüzden de güçlü veya çaresiz hissetmek istemediğini söylüyor. Bunlara rağmen Steinnorth-Powell, dedikoduların eskiden eğlenceli bir ortama sahip olan ofisini tuhaf bir yer haline getirdiğini belirtiyor. Bu yüzden sekiz ay sonra başka bir iş yerinde çalışmaya başlayan Steinnorth-Powell, geriye dönüp baktığında dedikoduyu başlatan kadınla konuşmasının iyi bir fikir olduğunu, böylelikle bu durumu önleyebileceğini söylüyor.
Elbette ki her dedikodunun kötü olduğunu söylemek doğru olmaz. Bazı araştırmalar, iş yerlerinde konuşulanların ortamdaki stresin veya eşitsizlik nedeniyle ortaya çıkan gerginliğin azalmasında etkili olduğunu gösteriyor. Ofis dedikoduları, bencil veya düşük performanslı çalışanların kendilerine çeki düzen vermelerine de yardımcı olabiliyor. Dedikodulardan haberder olmak ve bunları yaymak, ofiste fazla tanınmayan çalışanların iş arkadaşları arasında resmi olmayan bir şekilde popülaritesinin artmasını sağlıyor.
Bu nedenle dedikoduları yayan insanlarla yüzleşirken onların kendilerini savunmaya almamalarını sağlamak gerekiyor. Brownlee “dedikodu” kelimesi olumsuz bir anlam içerdiği için kullanılmaması gerektiğini öneriyor. Bir insanın “dedikodu” yapmasının diğeri tarafından “bilgi aktarımı” olarak değerlendirilebileceğini söylüyor.
Örneğin “Patronumla bir ilişkim olduğuna dair bir dedikodu çıkardığını duydum,” demek yerine Brownlee, “Bob ve benim geç saatlere kadar proje üzerinde çalıştığımızın, yemek yediğimizin ve eskiye kıyasla daha fazla vakit geçirdiğimizin bilincindeyim. Geçtiğimiz gün fark ettim ki bu, insanların aramızda bir şey olduğunu düşünmesine neden olabilir. Ben kesinlikle senin böyle bir şey düşündüğünü sanmıyorum. Ama açıkça söylemem gerekiyor ki bunun hiçbir doğruluğu yok,” diyebileceğinizi söylüyor.
Ayrıca hoş olmayan detayları sürekli olarak tekrarlamanın da hoş olmadığı belirtiliyor. Birkaç yıl önce eski bir iş arkadaşının kendisiyle ilgili dedikoduları söylemesinin üzerine sıkıntılar yaşayan Kelly Drake, o sırada üstesinden gelmeye çalıştığı boşanmasıyla ilgili yalan dedikodular duyduğu dile getiriyor. Ofiste danışmanlık yapan Drake, ofisten birini çağırıp duyduğu dedikoduları kendisine anlattığını belirtiyor.
Drake, olayı tam tersine çevirerek iş arkadaşından yardım istediğini ve kendisine “Bunu sonlandırmak adına bana yardım edebilirsen çok memnun olurum,” dediğini söylüyor. İş arkadaşının ilk önce korktuğunu ancak sonra teklifini kabul ettiğini belirtiyor. Drake, eğitim yöneticisi olduğu zamanlardaki pozitif iletişim çalışmalarından kaynaklanan tecrübeleri sayesinde dedikoduyla nasıl başa çıkabileceğini bildiğini söylüyor.
Ancak dedikodunun kaynağı belirsiz olduğu veya hasara yol açabileceği durumlarda durumu çözmenin daha zor olabileceği belirtiliyor. Böyle bir durumda her şeyi doğrudan inkar etmenin de yalnızca daha fazla ilgiyi üzerinize çekeceğini not ediliyor.
Yönetici koçu Michele Woodward, güvenilir olan ve “siz yokken arkanızı kollayabilecek” iş arkadaşlarınıza danışmanın kendinizi savunmanıza yardımcı olabileceğini belirtiyor. Şirketinizdeki üç farklı seviyedeki insanlarla güçlü bağlar kurmanızı öneriyor, böylelikle kendinizden üst, alt ve sizinle eşit seviyedeki insanlarla olan bağlantınızın bu durumu çözmenizde yardımcı olabileceğini dile getiriyor.
İnsan kaynakları yöneticilerinin, bazen yanlış veya zararlı olabilecek dedikoduları çözmekte yardımcı olabileceklerinin altı çiziliyor. Çoğu şirkette dedikoduları azaltma yönünde politikalar uygulanıyor ve bu politikalar aynı iş yerinde çalışanlar arasındaki iletişimin pozitif ve profesyonel olmasını sağlıyor.
Üst düzey araştırma firması Millard Group’un yönetici ortağı Paul Millard, ortaya çıkan bir dedikodunun birbirinden hoşlanmayan iki çalışanın arasını daha da bozduğunu söylüyor. Bu nedenle şirkette şeffaflık ve nezakete dayalı bir iletişim politikasının yazılı olarak oluşturulduğunu belirtiyor. (Kendisi dedikoduyu anlatmanın da dedikodu yapmak olduğunu düşündüğü için burada konuşulanların yazılmasını uygun görmedi.)
Artık Millard, çalışanlarına şu cümleleri kurduğunu söylüyor: “Dedikodu yapmak için vaktimiz yok.”