Sevgili okuyucularım, Çankaya’da oturmakta olan bir cumhurbaşkanı düşünün ki, aslında devletin değil iktidar partisinin Çankaya temsilcisi olarak görev yapmaktadır. Oraya Tayyip tarafından çıkarıldığı için kendisini iktidara karşı hep gebe hissetmektedir.
Huyudur, önüne gelen her yasayı onaylar. Bazıları ona “Çankaya noteri” diyor. Tamamen yanlıştır, noterlere yapılan bir haksızlıktır. Noter önüne gelen talepleri iyice incelemeden, belgeleri titizlikle kayda geçirmeden onay vermez.
Dolayısıyla Çankaya’da oturmakta olan şahıs Çankaya noteri değil, AKP’nin yasalarını otomatik olarak imzalayan bir partilidir.
Oysa kendisine anayasa ile verilen görev ve yetkiler vardır.
Aklına yatmayan, hukuka uymayan, anayasaya aykırı olan yasaları veto edebilir. Ama bunları yapmaz çünkü yaptığı takdirde partisiyle ters düşeceğini bilir.
* * *
Son olarak, AKP tarafından hazırlanan HSYK yasasını onayladı. Bu yasanın temel esprisini hemen üç cümle ile anlatayım:
Yargı tümüyle siyasetin emrine sokulmuş oldu. Yargıdaki bütün kadrolar bundan sonra tümüyle Adalet Bakanı’na bağlı olacak, emir ve talimatları kendisinden alacak. Hakim ve savcıların atama, nakil, terfi ve cezalandırma işlemlerinde tek merci Adalet Bakanı olacak.
Bu yasa, anayasada yer bulan yargının bağımsızlığı ilkesine açıkça aykırı.
CHP, henüz çıkmadan önce bu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’nde dava açma girişiminde bulundu. Ancak mahkemeden gelen yanıtta “Resmi Gazete’de yayımlanmadan dava açmanız mümkün değildir” denildi.
İşin püf noktası şurada:
Anayasa Mahkemesi kararları geriye doğru işlemiyor. Dolayısıyla CHP şimdi dava açsa ve mahkeme yasanın anayasaya aykırı olduğuna karar verip iptal etse bile, iktidar önümüzdeki birkaç gün içerisinde bütün yargıyı ele geçirecek atamaları derhal yapacak. Bu atamaların iptali mümkün değil. Geçmiş olsun!
* * *
İktidarın Çankaya’daki adamı olan Bay Abdullah Gül işte bu yasayı hem de bile bile onayladı… Ve sonrasında söylediği şu sözler Türk siyaset tarihine geçecek niteliktedir:
“Ben anayasaya aykırı olan bölümleri Meclis aşamasında törpülettim. Bundan sonrasının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi daha doğru olur!”
Böyle demesi normaldir, kendisinden beklenen davranıştır…
Çünkü o Türkiye Cumhuriyeti’nin değil, AKP’nin cumhurbaşkanıdır. Böyle olduğunu bugüne kadar defalarca kanıtlamıştır.
Tayyip ailesinin kasetlerle imtihanı!
Gün geçmiyor ki Tayyip ailesinin birbirleriyle yaptığı iddia edilen konuşmaların kayıtları Haramzadeler ve Başçalan isimli sitelerde gündeme düşmesin.
Dinledikçe ve okudukça üzülür müsünüz, sevinir misiniz, yoksa utanır mısınız bilemem!
Bu kasetler ülkenin dört bir yanında yankı buluyor. Kağıt paraların üzerine “Hırsız var” yazılıyor.
Önceki gece İstanbul’da oynanan Galatasaray-Chelsea maçında tribünlerde pankartlar açıldı:
“Alo babacım… Hırsız var!..”
İşin ilginç yanı, bu konuşmaların kriptolu telefonlarla yapılmış olması. Bu özel telefonlar devletin en üst düzey yöneticilerine -dinlemek mümkün olmasın diye- özel şifre ve kodlama yöntemleriyle verilir.
Birileri bu şifreleri çözmüş, sadece Tayyip ailesini değil, bütün gizli devlet konuşmalarını dinliyor.
Bu demektir ki devletin bütün sırları, savunma olayları, gizli bilgileri de başkalarının elinde. Sorumlusu Tayyip’tir.
Bunun da anlamı, Tayyip’in karşımıza bir “Ulusal güvenlik sorunu” olarak çıktığıdır.
Kriptolu telefonlarına bile hakim olamayan, bütün konuşmaları ortaya saçılıp piyasaya sürülen bir başbakan, bunların hesabını bir gün elbette verecektir, vermek zorundadır. Bu iş üç beş TÜBİTAK uzmanını görevden almakla bitmez.
* * *
Dün gazetelerde ve internet sitelerinde Tayyip’le oğlu Bilal arasında geçtiği iddia edilen yeni bir konuşmanın daha kayıtları yer aldı.
Bu kez Tayyip’ten “Bu da montaj” sözünü duyamadık.
Konuşmada Bilal’in, işadamı Sıtkı Ayan’ın kendisine vermesi gereken 10 milyon dolardan söz ettiği, Tayyip’in ise bu parayı eksik bularak oğluna şunları söylediği iddia ediliyor:
“Sakın alma. Hayır hayır, alma. Kendisi bize ne söz verdiyse, onu getirecekse getirsin. Başkaları getiriyor da o niye getiremiyor. Laf mı? Bunlar ne zannediyor bu işi yaa? Ama şimdi düşüyorlar, kucağımıza düşecekler, merak etme.”
Tayyip dünkü mitinglerinde bu konuşmayı inkar etmedi ama ben bu kasetlerin tamamen düzmece ve montaj olduğuna bütün yüreğimle inanıyorum!
Bir ülkenin başbakanı ile oğlu arasında böyle “Babacım-oğlum-milyon dolar” konuşmaları olur mu?
Olmaz!
* * *
Nitekim AKP milletvekili, Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu da benim gibi düşünüyor olsa gerek ki, şöyle dedi:
“İnanın, bu uydurma kaset ve ses kayıtlarına doğru bile olsa inanan yok. Millet bu iktidardan memnun.”
Vallaha ben de aynen bu görüşteyim. Doğru bile olsa kimse inanmaz.
Bu şahıs hem hukukçu, hem de Anayasa Komisyonu Başkanı.
Ondan daha iyi bilecek kim olabilir!
Kasetlerin ihanetine uğrayan ve bu yolla bir sürü iftira ile boğuşmak zorunda kalan Tayyipgiller ailesine Allah sabır ihsan eylesin.
Amin.
Bekir Coşkun Sözcü’de
Sevgili okuyucularım, haberi ilk olarak benden duymuş olun diye sizlere iletiyorum.
Cumhuriyet Gazetesi’nden ayrılan Bekir Coşkun önümüzdeki haftalarda Sözcü’de yazmaya başlayacak.
Başlama tarihi mart ayı ortalarında olacak.
Bekir benim basın dünyasındaki en değerli dostlarımdan biri.
Hürriyet’te yıllarca beraber çalıştık.
Gazeteyi yönetenlerin bacakları Tayyip korkusuyla tir tir titrerdi. Korku dağları bürümüştü.
Sonuçta ben defalarca sansüre uğrayıp uyarıldım, bir sürü olay sonrasında -çizgimi değiştirmediğim için- kovuldum.
Bekir ayrılmak zorunda bırakıldı ve Habertürk’e geçti.
* * *
Habertürk’ten kovulduğunda Sözcü’ye gelmesi için kendisine günlerce ısrar etmiş, bastırmış, hatta yalvarmıştım. O zaman önünde iki seçenek vardı:
Sözcü ve Cumhuriyet.
İkincisini tercih etti.
İtiraf edeyim ki o yanlış kararıyla beni de bir miktar kırmış ve incitmiş oldu.
Cumhuriyet iyi gazetedir ama günlük ortalama satışı 52 bin.
Sözcü’nün önceki günkü net satışı ise 391 bin 813.
Sözcü Türk basınında bir dev, yürekli bir marka oldu.
Belki biraz erken olacak ama Bekir’e şimdiden aramıza hoş geldin diyorum.
SÖZCÜ