Emin Çölaşan: Selam sana Apo!

Emin Çölaşan-2Sevgili okuyucularım, herifçioğlu 1999 yılında, bundan 15 yıl önce Kenya’da enselenip İmralı’ya tıkıldığında ne yapacağını şaşırmıştı.
Hatta kendisini uçakta Türkiye’ye getirmekte olan görevlilere olmadık yağcılık yapmış, anasının “Türk” olduğunu, eğer devlet isterse en büyük hizmetleri vereceğini defalarca söylemişti.
İmralı’da sorgulandığında aynı sözleri söyledi.
Ülkemizin başına en büyük belayı açan katil korkuyordu… Çünkü o sırada idam cezası
vardı.
İtirafçı olmuştu. Bülbül gibi şakıyor, örgütünü ele veriyor, bildiği her şeyi anlatıyordu.
Yargılama aşamasında idam cezası kaldırıldı ve rahat bir nefes aldı. Ardından 2002 yılında AKP iktidar oldu, sonrasında ise açılım-saçılım süreci başladı.
Apo artık rahatlamıştı. Şımardıkça şımardı, istedikçe istedi.
Artık karşısına devletin pazarlık heyetleri geliyor, MİT Müsteşarı dahil onlarla açıktan pazarlık ediyordu… Kendisine hitap şekli şimdi “Sayın Öcalan” olmuştu.
Örgütünü İmralı’dan verdiği direktiflerle yönetiyor, devlete posta koyuyor, korkutuyor, istekleri kabul edilmediği takdirde isyan çağrıları bile yapıyordu.

* * * *

Katilin istemlerinin sonu yok! O kadar ki, devletin padişahı, sadrazamı ve diğer nazırları bile artık kendisinden söz ediyor, koşullarından dem vuruyor.
Hükümetin elinden gelse katili bir an önce salıverecek ama bu iş biraz sıkıyor!
Dolayısıyla tartışılan tek husus, İmralı konukevinde kendisi için yaratılan özel koşullar…
Konukevi ciddi bir tadilattan geçti ve restorasyon projesi sona erdi. İnşaatı Apo da denetledi.
Orada bir yatak, bir de çalışma odasından oluşan iki odalı, banyolu bir yerde yaşıyor. Elinin altında televizyon… 24 saat sıcak su!.. İstediği özel yemekler…
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan konuştu:
“Cezaevi şartları süreç ilerledikçe daha da iyileşir.”
Aynı gün İçişleri Bakanı Efkan Ala konuştu:
“Gerekirse o adımı atarız. Ama sorunun tamamen çözümüne katkıda bulunacaksa!”
Apo’ya ikisi de aynı mesajı veriyordu:
“Uslu çocuk olmayı sürdürürsen biz de sana kıyak yapmayı sürdürürüz.”
Fakat birbirlerinden haberleri olmadığı da böylece ortaya çıktı… Çünkü koroya bu kez Tayyip katıldı:
“Bundan daha ilerisi olmaz. Kendisine villa verecek değiliz ya. Şu anda orada iki odası ve televizyonu var. Bunları bizim iktidarımız verdi!”

* * * *

Kürtçü kesim ise bütün gücüyle bastırıyor:
“Önderimize sekreterya hizmeti sağlansın, kendisiyle doğrudan görüşme yapabilelim. Yoksa silah bırakmayız.”
Yakında o da olur inşallah!.. Bir özel kalem müdürü, iki güzel sekreter, bir de ayak işlerini görecek temizlikçi ve çaycı…
Ve özel faks, direkt telefon hattı, iki cep telefonu…
Al sana sekreterya.
Çevirdi mi karşısında Tayyip, Ahmet, Barzani, Kandil üssü, Karayılan, MİT Müsteşarı vesaire…
Bastır Apo, istedikçe iste. Nasıl olsa sen kazandın.

Kayınvalide sert çıkmış!

Sevgili okuyucularım, hükümet bizim anlı şanlı akil insanlar kumpanyasını şimdi yine piyasaya sürme hazırlığında.
Sadrazam Ahmet bunları Pazar günü Dolmabahçe sarayında bir araya getirdi. Birlikte yemek yediler, çay kahve içtiler ve tam 10 buçuk saat konuştular.
Ancak kumpanyanın bazı elemanları çeşitli gerekçelerle kaçtı.
Bazıları toplantı devam ederken dışarı çıkıp gazetecilere konuştu.
İşte akil Doğu Ergil’in sözleri…
İşin ciddiyetini (!) görün:
“Bu heyette yer aldığım için kayınvalidem bana ‘Vatan haini’ muamelesi yapıyor.
Kayınvalidemin gençliğinde (akillerden) Kadir İnanır’a aşık olduğunu öğrendim. Aile içindeki gerginliği gidermek için Kadir İnanır’dan yardım istedim.
Ona dedim ki ‘Allah aşkına kayınvalidemi ara da ona iyi bir iş yaptığımı söyle.
O da hiç yaşlanmayan delikanlı tavrı ile kendisini aradı.
‘Bak yenge, biz burada valla milli bir vazife görüyoruz. Damadına bu kadar yüklenme’ dedi. Yani iş bu duruma geldi.”
Kayınvalide Kadir’e ne dedi, onu bilmiyoruz.
Belki telefonu suratına kapatmıştır, belki de “Milli vazifeniz batsın” demiştir.
“Emriniz olur Kadir Bey, ama bu Doğu’nun geçmişini ben iyi bilirim. Bu adama pek güvenmeyin” demiş de olabilir.
Akiller olayının ciddiyet (!) boyutunu şu haber bile ne güzel anlatıyor.

* * * *

Evet, ciddiyet boyutu!.. Kimdir adına “Akiller kumpanyası” denilen bu şahıslar ki, kendileriyle düzenlenen ve 10 buçuk saat devam eden bir toplantıya devletin en üst düzey yetkilileri katılır…
İşte bazıları:
Sadrazam Davutoğlu Ahmet Paşa, ikinci vezir Yalçın Akdoğan, üçüncü vezir “Şeyini şeyettiğimin şeyi” Bülent Arınç, adliye nazırı Bekir Bozdağ,hariciye nazırı Mevlüt Çavuşoğlu, ziraat nazırı Mehdi Eker, dahiliye nazırı Efkan Ala, kalkınma nazırı Cevdet Yılmaz, kültür nazırı Ömer Çelik, maliye nazırı Mehmet Şimşek ve parti sözcüsü Beşir Atalay…
Üçüncü dünya harbi çıksa, ya da ülkemizin başına çok büyük bir felaket gelse, vallahi bu kadar kelleyi bir araya hiçbir güç getiremez.
Bu ne be, iş “Akiller kumpanyasıyla” toplantı yapmaya gelince hepsi tam kadro orada, sadrazamın güç gösterisinde.
Birileri bunlara sormalı ve yanıt beklemeli:
“Yaaa kardeşim, bu akillerin toplumda maddi veya manevi hangi gücü var, kim bunlar? Bunların saygınlık düzeyi nedir? Peşlerine kim takılıp da gider?”
Türkiye Cumhuriyeti eğer Kadir İnanır, Hüseyin Yayman, Lale Mansur, Hülya Koçyiğit, Kezban Hatemi, Yılmaz Erdoğan, Doğu Ergil, Can Paker, Oral Çalışlar, Bendevi Palandöken, Tarhan Erdem gibilerin aklına fikrine, desteğine ve nasihatlarına muhtaç duruma düştüyse, yazıklar olsun hepimize.
Ayıptır, yazıktır, günahtır, milleti bu zırvalarla, bu palavralarla uğraştırmayın.
Hükümet 2013 Haziran ayında yayınladığı raporda, “PKK’nın silahlı çekilişi başlamıştır” demişti.
Sadrazam hazretlerinin Pazar günkü toplantıdaki itirafları, zaten işin düzeysizliğini gösterdi:
“O raporu sunduğumuz zaman çok az PKK unsurunun sembolik çekildiğini biliyorduk ama çözüm süreci zaafa uğramasın diye topluma duyurmadık…”
Türkçesi:
“Ülkeyi yalanlarla yönetmeyi sürdürüyoruz.”
Böyle başa böyle tarak!..

SÖZCÜ

Leave a Reply

Your email address will not be published.