Sevgili okuyucularım, dün Türkiye’de yeni ve çok büyük bir rezaleti hep birlikte yaşadık. Milyonlarca insanımızın hayatı ülke genelindeki elektrik kesintileri nedeniyle altüst oldu.
İnternet ve telefonlar çalışmıyor. Cep telefonlarının şarjı bitiyor, doldurma olanağı yok! Haberleşme kesik.
Bütün metro ve elektrikli tren seferleri sonlandı, insanlar yolda kaldı.
Trafoya seçim günü olduğu gibi yine kedi mi kaçtı, kaçak sarayın yüksek tüketimi mi sistemi patlattı!
Skandala bakın ki, hükümet ne olduğunu bilmiyordu!
Kesinti biz gazetecileri de doğal olarak etkiledi.
Ankara’da da elektrik yok… Her yerde olduğu gibi bizler de büromuzdaki jeneratörle idare etmeye çalışıyoruz. Saatlerdir çalışan jeneratörün yakıtının azalması hepimizi bir miktar paniğe sürükledi.
Haberler gazeteye geçilemiyor.
Dolayısıyla ben de bu yazıyı erkenden yazmak zorundayım.
* * *
Yılların hukukçusu, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı, gazetemizin yazarı Yekta Güngör Özden’in Türk Solu dergisinin son sayısında yayınlanan ilginç söyleşisini okudum.
Yekta abimiz özetle şöyle diyor:
“Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanını Yüce Divan olarak yargılayabilir.”
Şimdi sözü ona bırakıyorum:
Gökçe Fırat soruyor:
“Cumhurbaşkanı şu anda hem başbakan hem de cumhurbaşkanı. Açıkça çıkıp iktidar partisi için oy isteyebiliyor. Halbuki cumhurbaşkanının tanımı ve yetkileri belli. Bu neden engellenemiyor? Buna engel olacak hiçbir kurumsal düzenleme, hiçbir madde yok mu?”
Özden’in yanıtı şöyle:
“Var. İnsanların özelde verdiği sözleri tutmaları kişilik meselesidir. Sözüne güvenilmeyen bir insanın toplumdaki değersizliği çok açıktır. Kaldı ki, bir de (namusu ve şerefi üzerine) ant içen bir insanı düşünün. Anayasa
gereği olarak içtiği and’a uymuyor.
Günümüz cumhurbaşkanının aykırılıkları her gün birbirine ekleniyor ve çok ağır bir biçimde sürüyor. Bu aykırılıkların sorumluluğu, Yüce Divan’a gönderilmesine yeterlidir.
Ama bunu da Anayasa’nın 105. maddesine göre TBMM üye sayısının üçte birinin önerisi, dörtte üçünün de kabul etmesi sağlar. Bu da tıpkı siyasi partilerin kapatılması gibi güçleştirilmiştir. Bunları da ona güvenerek yapıyorlar.
(Anayasa madde 105: “Cumhurbaşkanı vatana
ihanetten dolayı TBMM üye tamsayısının en az üçte birinin teklifi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla suçlandırılır.”)
* * *
Yekta Güngör Özden sözlerini sürdürüyor:
“Vatana ihanet yasası Özal döneminde kaldırıldı. Vatana ihanetin ne olduğu şimdi belli değil. Ortada vatana ihaneti öngören bir yasa olmadığı için takdir Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan sıfatıyla çalışmasına kalıyor.
Bana göre and’a (etmiş olduğu yemine) aykırılık vatana ihanet sayılabilir. Bu kadar açık konuşuyorum.
Bir cumhurbaşkanının vatana ihanet etmesi için mutlaka casusluk mu yapması gerek?
Bir cumhurbaşkanının vatana ihanet sayılabilecek tutumlardan kaçınacak özeni, duyarlığı ve dikkati göstermesi gerekir.
Cumhurbaşkanı bunlar olmadan hareket ederse, istediğini yaparsa, istediğine bağırır ve istediğine küfrederse, o cumhurbaşkanının cumhurbaşkanlığı tartışılmaktan da öte, geçersiz duruma düşer.”
Evet, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden bunları açıkça söylüyor, vatana ihanetin tanımını Tayyip’in geleceği açısından yeniden yapıyor.
* * *
Karşımızda bir cumhurbaşkanı var. Uluorta konuşuyor, AKP iktidarını açıkça savunuyor, muhalefet partilerine yükleniyor, üstelik ağzından çıkan sözleri birkaç saat sonra inkar etmeye kalkışıyor.
Yurtdışı geziye çıkarken, önceki gün sabah saat 10’da söylediği sözler:
“Başbakan’ın başkanlık sistemiyle ilgili kaleme aldığı yazıyı (AKP’nin seçim bildirgesini) ben de bizzat kendim okudum ve görüşlerimi bildirdim.”
Gelen yoğun tepkiler nedeniyle, sadece beş saat sonra Slovenya’da geri adım atmak zorunda kalıyor:
“Benim seçim bildirgesini okudum diye bir beyanım olmadı!”
* * *
Şimdi yine dönelim Yekta Güngör Özden’le yapılan söyleşiye… Çok özetle şunları söylüyor:
“Cumhurbaşkanı yalan söylemez. Önemli olan bu. Cumhurbaşkanı işine geldiği gibi konuşuyor…
Türk demiyor, Türk Milleti demiyor ama başkanlık sistemine gelince Türkiye tipi başkanlık diyor! Klasik başkanlık sistemine de razı değil, o yüzden Türkiye tipi diyor…
AKP’nin devlete darbeleri birbirini izliyor. Bu yeni değil. AKP’nin hukuka, anayasaya, insan haklarına aykırı her türlü işlemi devlete darbedir.
Darbe mutlaka silahla ve adam öldürerek olmaz. Ama bu olaylar devletin her tarafına açılan yaralardır. Bu yaralar toplumu da etkilediği anda Türkiye, Türkiye olmaktan çıkar…
Bu devirde basın üzerinde ağır bir baskı var. Ne kadar üzücü ki, uydu ve uşak durumuna düşen yandaş medya da var…
Siyaset bir oyun değildir. Ahlâksız siyaset olmaz.
Bu söyleşide “Anlamak isteyenler için” epeyce ders var!
SÖZCÜ