Sevgili okuyucularım, herhangi bir başbakan gidip ülkesini dış dünyaya jurnal eder mi?
Elalemin karşısında ağlamaklı pozlara bürünüp olan bitenden yakınır mı?
Normalde bu sorunun yanıtı hayır olmalı. Ama oldu!
Brüksel’e giden Tayyip orada AB yetkilileri ile toplantılara girdi, sorgulandı… Çünkü AB, Türkiye’deki inanılmaz olayları anlamamıştı. Anlamamakta haklıydı, o yüzden sorguladı.
Ortada bir iktidar vardı, göreve kendi getirdiği kadroları şimdi tasfiye ediyor, dışlıyor, sürgüne gönderiyor ve suçluyordu.
Beş bin’i aşkın polis ve polis şefi görevden alındı.
Yargı hallaç pamuğu gibi atıldı, birileri şutlandı, yerlerine yeniler getirildi.
Peki tasfiye edilen o kadroları kim göreve getirmişti?
Bu hükümet!
* * *
Brüksel’den dönüşte, uçağına topladığı yandaş gazetecilere söylediği şu sözlere bakar mısınız!
“Herkesi şantajla tehdit ediyorlar. Telefon dinlemesi, alan dinlemesi yapıyorlar. Görüntü alıyorlar, evlere böcek koyuyorlar. Bu işin içinde ajanlık var, casusluk var. Gizlilik kararı olmasına rağmen medyaya servis yapıyorlar…”
Peki bu konuda AB yetkililerine neler söylemiş?
“Paralel yapıyı (Fethullah ekibini) somut örnekler vererek anlattım. İkna ettiğimi düşünüyorum. Hele bazı örnekler verdikten sonra, onların da olaydan çok rahatsız olduklarını gördüm…”
Yargıyı, hakim ve savcıları, polis şeflerini ve özellikle de cemaat tayfasını gidip AB’ye şikayet ediyor!
Haklılık payı elbette var ama onların bitini kanlandıran kendisi.
* * *
Türkiye, Osmanlı’dan bu yana hiçbir zaman böyle aciz, böyle zavallı duruma düşmemişti.
Osmanlı’nın en çaresiz dönemlerinde bile padişahlar ve sadrazamlar piyasaya çıkıp kendi insanlarını yabancı devletlere böyle ispiyon etmemişti.
Ben çok merak ediyorum, onların karşısında yakınıp dururken, acaba Brüksel’de kendisine sordular mı!
“Ey Tayyip, şimdi karşımızda ağlaşıp duruyorsun. İyi hoş da onları göreve kim getirmişti?”
Eğer sorulduysa, acaba ne yanıt vermiştir?
Şimdi casuslukla, ajanlıkla, karanlık işlerle suçladığı Fethullah tayfasını göreve getiren, devleti onlara teslim eden kendisiydi.
Sakın yanlış anlaşılmasın, bunları o cemaati savunmak için yazmıyorum.
Ne Tayyip’in, ne de onların savunulacak tarafı yoktur.
Neler yaptıkları, Tayyip ekibinin stepnesi olarak devlette nasıl örgütlendikleri bellidir.
Tayyip onları yıllarca kendi çıkarları doğrultusunda kullandı.
Yargıya, polise, askeriyeye onları kendisi soktu…
Çünkü adına cemaat denilen topluluk teknolojiye hakimdi. Dinleme, kasete alma işlerini falan iyi biliyordu. Üstelik elinde hazır medyası vardı.
* * *
Bu olanlar Tayyip’in çıkarlarına dokunmadığı sürece onları gübreledi, yeşertti, büyüttü ve devleti teslim etti.
Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk ve benzeri davalar nasıl tezgâhlandı? Cemaat ekibiyle Tayyip ekibinin yaptığı işbirliği sonucunda olmadı mı bütün her şey?
Masum insanlar iki tarafın işbirliği ile içeri tıkılmadı mı?
Tayyip’in jetonu yıllar sonra yeni düştü ve ağlaşmaya başladı:
“Eyvah, benim yarattığım canavar benim iktidarımı boğmak üzere!..”
Ve onlara saldırmaya başladı:
“Çete, virüs, örgüt, hainler, ajanlar, haşhaşiler…”
Tayyip devlete çöreklenen ve adına paralel yapı denilen cemaat örgütlenmesini A’dan Z’ye biliyordu ki, şimdi haklı veya haksız yere onları sürgün etmekte. Kurunun yanında yaş da yanıyor, binlerce kamu görevlisi ve aileleri günümüzde böyle mağdur ediliyor.
Fethullahgilleri tasfiye edip yerlerine Tayyipgilleri getirme çabasının içyüzü işte böyle.
Her şeyi biliniyordu. “F tipi” diye binlerce defa yazıldı, söylendi ama umursamadılar.
Din ticareti, din sömürüsü, karşılıklı avantalar, görmezden gelmeler…
Aynı yolun yolcusu oldukları sürece ittifak halinde idiler.
Ne zaman ki aralarında dershane olayından kaynaklanan çıkar kavgası patladı, işte o zaman cemaatin üzerine gitmeyi göze aldı.
Biraz daha gecikirse cemaat polisinin, cemaat hakim ve savcılarının, çocukları dahil kendisini bile içeri tıktırmasından korkuyordu…
Çünkü cemaatin elinde çok büyük teknoloji gücü vardı. Bütün yolsuzluk ve hırsızlıkları, alınan verilen rüşvetleri onlar biliyordu.
* * *
Brüksel’de AB tarafından sorgulanırken kendisine bu hususlar acaba soruldu mu?
“Şimdi yakınıyorsun ama bunlar olurken sen ayakta mı uyuyordun, bunları devlete sen yerleştirmedin mi” denildi mi?
Sorulduysa, ne dediğini gerçekten merak ederim!
Sorulmadıysa, yuh olsun o AB’ye!
Bu konuda neler olduğunu (!) dün hem Tayyip’in, hem de Fethullah’ın gazeteleri -birinci sayfadaki manşetlerinde- kendilerine göre duyurdular!
Tayyip’in Star gazetesi: “Paralel yapıyı AB de anladı.”
Tayyip’in Yeni Şafak gazetesi: “AB paralel yapıya ikna oldu.”
Fethullah’ın Zaman gazetesi: “Paralel devlet iddiası AB’yi ikna etmedi.”
Buyur bakalım, hangisine inanalım!
* * *
Türkiye’nin binlerce sorunu var. Türkiye bu iktidar eliyle soyuluyor, sömürülüyor, yağmalanıyor.
“Biz sandıktan çıktık, istediğimizi yaparız” anlayışı egemen.
Böyle bir ülkenin başbakanı gidiyor Brüksel’e ve Fethullah-cemaat-paralel devlet muhabbeti yapıyor.
AB ile aramızda aşılmaz dağlar ortaya çıkmış, malum şahıs orada bu edebiyatı yaparak kendisini savunuyor.
Kendi ülkesinde aciz kalan, rezil olan, zor durumda kalan şahıs, AB yetkililerine şecaat arz ediyor, kapalı kapıların ardında kendisine destek arıyor.
Rakibi ise postu Amerika’ya sermiş, vaazlar ve emirler veriyor, Türkiye’yi oradan idare ediyor.
21. yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti…
İşte bu iki kafa tarafından yönetiliyor.
Muhteşem ikili!
Al birini vur öbürüne!
SÖZCÜ