17 Aralık operasyonu 28 Şubat’ta sıfırlandı. O gün başlayan üç ana dosya halinde sürdürülen yolsuzluk operasyonunun hemen ardından karşı operasyon başlamış ve iktidar koalisyonu içindeki çatlakta yarılma yaşanmıştı.
Altın kaçakçılığından ihaleye fesat karıştırmaya, kaynağı açıklanamayan toplu para bulunmasından çeteciliğe kadar bir dizi suçlamayı içeren 17 Aralık sürecinin sıfırlandığını vurguladık ama burada noktalanacağı söylenemez. Daha sıfır’ın altı var. Karşılıklı buzlaşma süreci var…
17 Aralık’ın ikinci önemli dilimini 25 Aralık’ta Başbakan’ın oğluna uzanan ifade süreci oluşturuyordu. Bu aşamadan sonra operasyon tersine döndü. Polisler, savcılar, hâkimler görevlerinden alındı, yerlerine yenileri atandı.
Operasyonu başlatan savcılarla ilgili karşı soruşturmalar açıldı. Onlar da bir bakıma yolsuzlukların üzerine gitme suçu işlediler.
Başbakan 17 Aralık operasyonunun başlıca göğüsleyicisi olduğunu ilan edip yıllarca koalisyonu birlikte yürüttükleri cemaate karşı savaş açtı.
Bu savaşın görünür gelecekte durması beklenemez. Aksine başta “seri tapeler” olmak üzere yeni savaş yöntemleri cepheye sürülecek.
17 Aralık sürecinde hiçbir tutuklu sanığın kalmamasıyla birlikte geçici zafer parti kanadının görülüyor.
Çünkü parti operasyonun tüm yargısal süreçlerine hâkim olacak bir mevzi edindi.
***
Ergenekon soruşturmasında ise yukarıdaki tablonun tersi bir süreç yaşandı.
2007’nin ortasında başlayıp 2008’de toplumu sarsacak gözaltılarla devam eden Ergenekon operasyonunda yargı zaman zaman hükümetin istemediği kararlar alma eğilimine girdi. Koalisyonun her iki kanadının da mutlak tutuklanmasından yana olduğu bazı kişiler serbest bırakılınca, bu kararı veren hâkimler hedef haline geldi.
Hükümet zorlansa da bu hâkimleri dosyadan uzaklaştırarak operasyonların istediği seyirde devam etmesini sağladı.
Prof. Mehmet Haberal, kendisini tutuklayan ve tutukluluk halinin devamı yönünde karar veren hâkimler hakkında dava açtı. Davayı kazandı. Bu hâkim ve savcıların suç işlediği sabit hale geldi ve tazminata mahkûm edildiler. Eğer o karar uygulansaydı, büyük olasılıkla başta Ergenekon davası olmak üzere toplumun gözü önünde seyreden pek çok soruşturmada seri tutuklamalar zorlaşacaktı. Tutukluluğa devam kararları azalacak, tahliyeler artacaktı.
Hükümet hemen önlemini aldı. Hâkim ve savcıların görevleri nedeniyle tazminata mahkûm edilmeleri halinde bu bedeli kendilerinin değil, devletin ödemesini kararlaştırdı.
Hükümetin sağladığı bu tutuklama hakkının sonucu olarak bugün yüzlerce kişi demir parmaklıkların ardında tutuluyor.
***
Yukarıdaki iki çelişkili durumun ardından haykırmak isteriz: Bunu hangi vicdan kabul eder?
Böyle bir ülkede hukukun, adaletin, vicdanıyla karar veren yargıçların olduğunu kim söyleyebilir?
Hâkimler ve savcıların değiştirilmesiyle birlikte 17 Aralık tutuklularının tümünün serbest bırakılması kararına, “Yargının işine biz karışmıyoruz” diyen Adalet Bakanı’na kim inanır?
Hükümet yandaşlarına her türlü özgürlüğün tepsiyle sunulduğu, muhaliflere her türlü zulmün reva görüldüğü böyle bir ülkede kendisine insanım diyen kim huzurlu olabilir?
İlkesel olarak biz de tutuksuz yargılamadan yanayız. Ama böylesine çelişkili bir tablo karşısında insan, “yazıklar olsun” diye başlayıp bütün ağır sözcükleri bitirmek istiyor…
Tek çıkış 30 Mart’ta insanların sandığa vicdanıyla gitmesi!
Cumhuriyet