“1988 yılında motorcu astsubay olarak savaş gemisinde göreve başladım.
1990 yılında evlendim ve kızım dünyaya geldi. Yılda altı-yedi ayımı gemi görevimden dolayı evimden uzak geçirdiğimden, ailemin daha güvenli olması adına, 1992 yılında bankadan döviz kredisi alarak ev sahibi oldum.
1994 yılında meydana gelen kur artışı ve devalüasyon ile battım ama yine de zorlukla da olsa borcumu ödemeye devam ettim.
17 Ağustos 1999 günü Gölcük’te meydana gelen depremde bu ev yıkıldı. Eşim ve kızımdan haber alamayınca, görev yaptığım gemiden izin alarak bir gün sonra da olsa Gölcük’e ulaştım. Eşim ve kızım hâlâ enkaz altındaydı. Şükürler olsun ki; bir gün sonra da olsa onları enkaz altından yaralı olarak çıkarmayı başardım.
Bu arada eşim tedavi görmeye başladı. Doktorumuzun tavsiyesi üzerine depremin acısını unutmak amacıyla çocuk sahibi olmaya karar verdik. Bunun üzerine 2001 yılı Ocak ayında oğlum dünyaya geldi.
Oğlumuzun doğumu ile birlikte normale dönmeye başladığımız hayatımız, 2002 yılı Mart ayında tekrar çıkmaza girdi. Doktorun yaptığı testler sonucunda oğlumuzun otistik olduğunu öğrendik.
Bir kez daha yıkılmış, bitmiş ve tükenmiştik. Dokuz yıldır bütün yaşam amacım oğlum oldu.
Büyük şehirlerdeki özel eğitim imkânlarından yararlanmak için 2004 yılında Ankara’ya tayin oldum.
Oğlum için 2002 yılında başlayıp 2011 yılına kadar devam eden mücadelem bu defa tutukluluğumdan dolayı bitti.
Onuruma yediremediğim, tutuklu olmam değildir.
Şerefimle yatarım.
Ancak acımasızca, insafsızca, vicdansızca oğlumun yok oluşunu, eli kolu bağlanmış bir vaziyette izlemek beni kahrediyor.
Şimdi sizlere, hepinize soruyorum. Bütün salona soruyorum:
Bu acılarla ve sıkıntılarla boğuşan bir insan için zamanını ‘darbe hazırlığı kapsamında’ başkalarının takip ve kontrolüne ayırdığı iddiası ne kadar doğru olabilir? Ne kadar mantıklıdır?”
***
Bu sözler Balyoz davasının tek tutuklu astsubay sanığı olan Bülent Akalın’a ait… 6 Ocak 2012 günü, Silivri’de mahkeme heyetine söylendi.
Peki; hakkındaki suçlama neydi Bülent Akalın’ın?
Astsubayların “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılıklarının kontrol edilmesi maksadıyla ev ve işyerlerinde gerekli inceleme yapmak!”
Yani 11 günde 5 bine yakın astsubayın evini ve işyerini kontrol etmişti bu astsubay!
Oysa iddiaya konu olan tarihlerde açık denizdeydi ve bunu kanıtladı.
Sonuç ne mi oldu?
16 yıl hapis cezası!
Şu anda Ankara’daki Mamak Cezaevi’nde başını gelenleri hazmetmeye ve elinden geldiği kadar oğlunun “yanında” olmaya çalışıyor!
***
Ne yalan söyleyeyim; Deniz Astsubay Bülent Akalın’ın hikâyesini daha önce duymamıştım.
İlk kez, kendisi de bir Balyoz mağduru olan ve Yargıtay’ın bozma kararıyla geçen yıl Ekim’de tahliye edilen Albay İkrami Özturan’ın “Paşa Paşa Ya ta cak sı nız” isimli yeni kitabından okudum ve kahroldum!
Elbette bu hukuksuzluklar bir gün sona erecek ama…
Deniz Astsubay Akalın’ın otistik oğlunun yanında olamadığı, onun yetiştirilmesi için eşine destek veremediği günleri kim geri getirecek?
***
Kitaba gelince…
İkrami Özturan sunum bölümünde, bunun “iki perdelik bir hukuk komedisi” olduğunu söylüyor ama ben hiç gülemedim!
Hatta yıllardan sonra ilk kez bir kitabı, gözümdeki yaşlar nedeniyle sık sık ara vererek okumak zorunda kaldım!
***
Bu ülkede adaletin çıkan çivisiyle ve insanlara yapılan zulümle ilgili değilseniz… Bu kitabı da böyle kitapları da okumayın kardeşim!
Bir şey anlamazsınız!
PAŞA PAŞA YA TA CAK SI NIZ
Türü: Belge, anı, inceleme
Yazan: İkrami Özturan
Yayınevi: Bilgi Yayınevi
Baskı tarihi: 2014, Şubat
Sayfa sayısı: 351
Fiyatı: 22 lira.
BELKİ BİR GÜN ‘İÇİMİZDEKİ KÖLELER’ DE YAPAR BUNU!
“Dicle ve Fırat’ın döküldüğü yerde oluşan verimli topraklar, Halife Osman’dan sonra yandaşlara rüşvet verenlere, yüz binlerce dönüm olarak çiftlik yapmak üzere dağıtılmıştı.
Sulak arazide şeker kamışı ve pirinç yetiştiren çiftlik ağalarının her biri binlerce işçiye gereksinim duyuyordu. Bu sorunu Afrika’dan getirttikleri, satın aldıkları kölelerle çözdüler.
Bu roman, hurma ile un karışımı bulamaçla beslenen, veba ve sıtma ile boğuşan, evsiz ve giysisiz, kırbaçla dövülerek çalıştırılan milyonlarca kölenin ayaklanmasının öyküsüdür.
Bu roman, ayaklanmayı başlatan Muhammed Ali ile ona yol gösteren Hallac’ı Mansur’un bilinmeyen ya da yanlış anlatılan yaşam öyküleridir.
Bu romanda Sabii, Zerdüşt, Karmati, Alevi mezhep ve dinlerine ait bilgi ve kıyaslamalar yapma olanağına sahip olacaksınız.
Bu romanla bugüne kadar gün ışığına çıkmamış, Abbasilere karşı ayaklanan ve devlet kurarak on beş yıl egemenliğini sürdüren Zenci Köle Devleti’nin savaş öykülerini okuyacaksınız…”
***
Yukarıdaki sözler, kitabın arka kapak yazısından…
Bir küçük not da ben ekleyeyim:
Beni en çok, on beş yıl egemenliğini sürdüren Zenci Köle Devleti etkiledi!
Kim bilir; belki bir gün bizim içimizdeki köle ruhu da ayaklanır ve kendilerini bir halt sanan şu adamların iktidarından artık kurtuluruz!
AYDINLIK