İsimleri yolsuzluk, karapara, rüşvet iddialarıyla anılan bakanlarla ilgili iddiaları içeren “bilgi notu” TBMM Başkanlığı’nda… Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da doğruladığı Milli Gemi (MİLGEM) ihalesinin, kazanmasına rağmen Koç Grubu’ndan nasıl alındığına ilişkin ses kayıtları, geçmişte bazı siyasilere nasıl haksızlık yapıldığını da ortaya koyuyor.
Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, Türkbank ihalesine müdahale ettiği iddiasıyla Yüce Divan’da yargılandı. Yüce Divan’a sevk eden ise Tayyip Erdoğan’dı. Bugün yaşananlar, o gün yaşananların yanında “hiç” kalıyor. Yılmaz’a, “Yüce Divan’da yargılanmasına neden olan Türkbank ihalesiyle, Başbakan’ın ihalelere müdahalesini” soruyorum. Söz eski Başbakan Mesut Yılmaz’ın:
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, Türkbank’ı satışa çıkardı. Bankanın üç talibi vardı. İhaleden önce üçüyle de görüştüm, kendilerine, ‘Bankada, devletin 480 milyon dolar kadar bir parası var. Dolayısıyla 500 milyon doların altında teklif verirseniz, Başbakan olarak bu satışı onaylamam’ dedim. ‘Görevi kötüye kullanmak’ iddiasıyla kurulan soruşturma komisyonu, Yüce Divan’a sevk edilmememi gerektirecek bir durum bulamadı.
AKP döneminde yeniden
AKP hükümeti kurulduğunda, bu kez aynı konuyla ilgili ‘ihaleye fesat karıştırmaktan’ hakkımda soruşturma açıldı. Bu karar verildiğinde ben milletvekili de değildim. Soruşturma komisyonunun hangi maksatla kurulduğunu ve ne karar vereceğini çok iyi biliyorum. Soruşturma komisyonuna gittim ‘Verin beni Yüce Divan’a, bu meseleyi orada konuşmak istiyorum’ dedim. Oradan, ‘Yüce Divan’da ‘ihaleye fesat karıştırma yoktur. Çünkü siyasi veya ticari bir menfaat söz konusu değildir’ kararı çıktı. Zaten ihaleye katılan firma yetkilileri de, benim kendilerinden hiçbir parasal talebim filan olmadığını açıkça söyledi. Fakat, Yüce Divan ‘ihaleye fesat karıştırma yoktur ama bir başbakanın ihaleye doğrudan doğruya müdahil olması ve onlara devletin lehine bile olsa fiyat telaffuz etmiş olması görevini kötüye kullanmaktır’ diye karar verdi. Verilen ceza, ‘Rahşan Affı’ olarak bilinen yasa kapsamına girdi ve aynı suçu 5 yıl işlememek kaydıyla ertelendi ve 5 yıl dolunca da gündemden kalktı. O aftan yararlanan yalnız ben değilim. Recep Tayyip Erdoğan da, Belediye Başkanlığı dönemindeki davalarından aynı şekilde yararlandı.
Sabah’ın satışında uyardım
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun başındaki Ahmet Ertürk, Sabah gazetesinin satışı sırasında ‘800 milyondan aşağı olursa satmayız’ diyordu. Ahmet Bey’in de yaptığı müdahale aslında devletin lehinedir yani devletin kasasına daha çok para girmesini sağlamaya yöneliktir. Ama Yüce Divan, ‘Velev ki devletin lehine bile olsa ihaleden önce fiyat telaffuz edilmesi ve doğrudan doğruya ihaleye katılacak olanlarla başbakanın veya bakanın görüşmesini görevin kötüye kullanılması’ olarak yorumladı. O satış sırasında da, Başbakan’ın ‘şunu sen al, şunu sen al’ dedikleri de basında yer alıyordu. ‘Bunları yapmayın. Yoksa, siz de benim gibi yargılanırsınız’ diye 2008 yılında uyarmıştım.
Benim olayımla, bugün yaşananlar arasında paralellik kurulamaz. Çünkü benim müdahalem ihalede şunun veya bunun kazanmasına yönelik birinin lehine bir müdahale değildir. Benim oradaki müdahalem, banka satılıyorsa devletin alacağını kurtarmak ve 500 milyon doların altında olursa bunu onaylamayacağımı söylemekten ibarettir. Taraflara aynı şeyi söylememe rağmen, mahkeme bunu ‘görevi kötüye kullanma’ diye yorumladı.”
Olağanüstü şeyler yaşıyoruz
Peki, eski Başbakan ülkede şimdi yaşananları nasıl karşılıyor? İşte onun söyledikleri:
“Bugün ülkemizde yaşanan olaylara aklım yetmiyor. Yorum bile yapamıyorum. Ben hayatımda da tarihte de dünyada da ülkemizde yaşanan olaylar gibisine şahit olmadım; böyle şeyleri bilmiyorum, görmedim, okumadım. Açıkçası çok olağanüstü şeyler yaşıyoruz. Yani aklımın sınırlarını zorluyor. Daha önceki hükümetler döneminde bırakın yaşananları, doğru olmayan rivayetler bile bugün yaşananlarla yarışamaz.
Bugün ortaya çıkanlar, Türkiye’nin gerçekten demokratik bir ülke olması için hayrınadır. Bu tartışmalar yapılmalı. Meseleleri görmezlikten gelirsek veya halının altına süpürürsek hiçbir zaman demokratik olamayız. Bunlar açıkça konuşulmalı, demokrasi içinde gereği yapılmalı, aşılmalı. İşte o zaman Türkiye’de demokrasi bir noktaya gelecek.
Açıkçası, herkesin bildiği gerçekler, sırlar şimdi deşifre oluyor. Ve deşifre olmasında çok fayda var. Halkın haber alma özgürlüğünün tam işlediği söylenemez. Ama bütün kısıtlamalara rağmen bugünkü düzeyde bile bunların gündeme gelmiş olması bence çok sağlıklı.”
17 Aralık’tan bu yana ülkede olup bitenler, herhalde önceki hiçbir hükümet döneminde yaşanmamıştır. O yüzdendir ki, yılların siyasetçisi Mesut Yılmaz hayretler içinde olmasın da ne yapsın…
SÖZCÜ