Başbakan Erdoğan’ın sağ kolu/danışmanı Yalçın Akdoğan dedi ki: “O Cemaat Ordu’ya kumpas kurdu.”
Bunun üzerine Ergenekon-Balyoz davaları tekrar konuşulup tartışılmaya başlandı.
Fakat…
Daha önce yazdım;
hep “nasıl” sorusu odaklı tartışıyoruz:
“O Cemaat Ordu’ya nasıl kumpas kurdu?”
Soru bu olmamalıdır.
Asıl sorulması gereken
“neden” sorusudur.
Yani şunu soracağız:
“O Cemaat Ordu’ya neden kumpas kurdu?”
Soru budur…
Polisin gözünden kaçmıyor!
– “Askeri vesayet…”
– “Darbecilik…”
– “Cuntacılık…”
Bunlar “neden” sorusunun yanıtı olabilir mi?
Bilginin ilk aşaması insanın kendisini bilmesidir.
Biz çocuk muyuz?
Biz cahil miyiz?
Türkiye’nin 12 gemilik ilk milli harp gemisi “MİLGEM”i projelendiren mühendislerin hapse atılmasıyla “askeri vesayetin” ne ilgisi olabilir?
GATA’da şizofreniye çare ilacı geliştiren bilim adamlarının hakim karşısına çıkarılmalarıyla “darbeciliğin” ne ilgisi olabilir?
Deniz Kuvvetleri personeli tarafından geliştirilen Gemi Entegre Savaş İdare Sistemi Projesi (GENESİS)’in “cuntacılıkla” ne ilgisi olabilir?
Savaş Sistemleri, Hava Savunma Sistemleri, Yönetim Bilgi Sistemleri, Simülasyon ve Eğitim Sistemleri, Güvenlik Sistemleri ve Enerji Yönetim Sistemleri alanlarında çalışmalar yapan HAVELSAN’ın; Balyoz ile Ergenekon ile ne ilgisi olabilir?
Sadece subayları değil; bu projeleri hayata geçiren bilim adamlarını, mühendislerini de cezaevine attılar.
Bir Ordu’da 400 casus olur mu? (Türkiye’nin soğuk savaş boyunca yakaladığı ve yargı önüne çıkardığı casus sayısı; 1944 yılından 1991’e kadar sadece 132 kişi. Bunlardan 18’i de beraat etti.)
Düşününüz; bu 400 casus; tüm askeri istihbaratın; MİT’in gözünden kaçıyor; kontrespiyonaj ilgi alanına girmemesine rağmen polisin gözünden kaçmıyor! Breh… Breh… Breh…
Bir Ordu’nun hepsi fuhuşçu olur mu?
Peygamber Ocağı’na bu kara lekeyi de çaldılar. Pırıl pırıl subayları yalanlarla zindanlara doldurdular.
Kumpas büyük…
Bu nedenle:
Yanıtını aradığımız “nasıl kumpas kuruldu” sorusu değil; “neden kumpas kuruldu” sorusudur.
Çırpınırdı Karadeniz
Bakıp Türk’ün bayrağına
Peki…
Subayları, bilim adamları, mühendisleri hapse atınca ne oldu?
Sadece Deniz Kuvvetleri’nin, Karadeniz’de küresel güçleri neden rahatsız ettiğine örnekler vereyim:
– SİZ, Rusya’nın yumuşak karnı olan Karadeniz’e yönelik NATO’nun attığı adımları engelleyen TSK ile, NATO’nun birçok kez ters düştüğünü biliyor muydunuz?
– SİZ, Rusya-Gürcistan Savaşı’nda ABD’nin Karadeniz’e bir hastane gemisi sokmaya çalıştığını, Montrö Anlaşması’nı delecek bu girişime Genelkurmay’ın izin vermediğini biliyor muydunuz?
– SİZ, Karadeniz ülkelerinin donanmalarından oluşacak, Karadeniz Çağrı Gücü (BLACKSEAFOR) kurma girişiminin ABD’de rahatsızlık yarattığını biliyor muydunuz?
– SİZ, subaylar hapse atılınca NATO’nun Karadeniz’e dizginsiz girdiğini ve bu durumun Türkiye-Rusya ilişkilerini gerginleştirdiğini biliyor musunuz?
– SİZ, Türkiye’nin ilk milli gemisi olan TCG Heybeliada’nın yüzde 60 milli katkı payı ile Deniz Kuvvetleri’nin İstanbul tersanesinde tamamlanıp donanmaya teslim edilip Karadeniz’e açılmasıyla; Türkiye’nin kendi savaş gemisini yapabilen 14 ülke arasında yer aldığını biliyor muydunuz?
– SİZ, TSK’nin başta Deniz Kuvvetleri olmak üzere hızla teknik altyapısının dış bağımlılıktan kurtarmak için projeleri hata geçirdiğini biliyor muydunuz?
Sadece MİLGEM değil; radar, sonar, torpido ve güdümlü mermi gibi yüksek teknolojiyi gerektiren silah ve sistemleri üretim aşamasına gelmişti. Bugüne kadar ekonomi için bir yük olan savunma sanayi, Deniz Kuvvetleri için bir gelir kapısına dönüşüyordu. Artık büyük ihracatçı oluyordu. Amerika’nın “sadece bizden silah alabilirsiniz” dediği FMS soygunu artık son bulmak üzereydi.
Hepsini yazsam Sözcü gazetesinin sayfaları yetmez…
Peki, askerler zindanlara atıldıktan sonra hangi gelişmeler yaşandı?
AB: “Denizciler Saldırgan”
Bu soruya da Ege bölgesinden yanıt vereyim:
Deniz Kuvvetleri, Ege’de Yunanistan’la yaşanan ihtilaflarda hiç geri adım atmıyordu ve bu ABD ve NATO’da rahatsızlık yaratıyordu.
Öyle ki bu durum, 2009 AB İlerleme Raporu’na yansıdı. Türk Denizciler “saldırgan” olarak nitelendirildi.
Çünkü: Kıbrıs Rum Kesimi’nin ihtilaflı alanda doğalgaz aramasının engellenememesi üzerine, Türk askeri Kıbrıs’ın güneyinde atışlı tatbikat yapmıştı.
Fakat şimdi:
Rumlar, Türkiye ile KKTC’nin çıkarlarını yerle bir eden bölgede petrol ve doğalgaz zenginliklerini artık Türk donanmasının hiçbir engellemesiyle karşılaşmadan sömürüyor!
1996 yılından itibaren Kardak’ta tesis edilmiş devlet uygulamalarımız artık sulandı. Aynı durum Kuşadası körfezindeki Bulamaç (Farmakonisi) ve Eşek (Gaidoros) adacıkları için de geçerli. Bunların Yunanistan’a herhangi bir antlaşma ile devredilmediği açık. 2010 öncesi bu bölgelere destursuz giremeyen Yunanistan, içinde bulunduğu zor ekonomik koşullara rağmen Türk donanmasına artık meydan okuyor!
Ve en acısı:
Türk Donanması ortada TBMM tezkeresi yokken Fransa ve İngiltere öncülüğünde Libya’da girişilen acımasız enerji paylaşım savaşına en fazla sayıda gemiyle katıldı.
Hangisini yazayım:
Resmi adı Güneydoğu Avrupa Tugayı (SEEBRIG) olan askeri gücün kontrolü artık Türkiye’de değil; ABD “komutayı” almayı başardı
İnsansız hava aracı üretim projesi (İHA) rafa kalktı.
Koyamadıkları füze kalkanlarını/ radarları Anadolu topraklarına dikmeye başladılar.
Sonuçta:
Dünyanın ekseni Doğu’ya kayarken Türk Ordusu’nu yok ettiler!
Evet:
“Nasıl” sorusuyla değil “neden” sorusuna odaklanmamız lazım.
Asıl soru budur:
“O Cemaat Türk Ordusu’na neden kumpas kurdu?”
SÖZCÜ