İşçi Partisi lideri Tony Blair, 18 yıllık Margaret Thatcher hükümetini 1997’de yıkarak başbakan oldu.Fakat Thatcher’ın neoliberal ekonomik politikalarını aynen takip ettiği için İngilizler Blair’e,“pantolon giymiş Thatcher” dedi. Blair’in, Thatcher’dan tek farkı, etek değil pantolon giymesiydi!
Adına “3.Yol” dense de uygulanan neoliberal politikalar, 6 Mayıs 2010 seçimlerinde İşçi Partisi’nin hükümetten düşmesine neden oldu.
Bugün Türkiye’de ne kadar faiz artırılsa da, ekonomik kriz sürüyor/sürecek. Faiz artışına rağmen Türk Lirası dolar karşısında geriler gibi olsa da hala yüzde 30 değer kaybetmiş görünüyor. Son 50 günde 6.3 oranında yoksullaştık.
İşin teknik yönüyle kafalar karıştırılıyor. Halkın yoksullaşmasına neden olan devalüasyon; ekonomik-teknik değil, ekonomik-politiktir.
Bilinir ki, hükümetler halk desteğini kaybetmemek için devalüasyon yapmak istemez; mecbur bırakılır; gizli ya da açık yapmak zorunda kalır.
Türkiye’de gizli devalüasyon yapıldı. Bu devalüasyonla “bardak taştı” AKP ve Erdoğan yolun sonuna geldi. Neden mi kesin konuşuyorum?
Erdoğan neden gidici
Tarih: 7 Eylül 1946.
Çok partili dönemin ilk Başbakanı Recep Peker, koltuğuna oturalı bir ay olmadan, Türkiye tarihinin ilk devalüasyon kararını açıkladı.
Türk Lirası ilk kez ABD parası dolar’a karşı endekslendi. Oran, yüzde 54.3’tü!
Bu devalüasyonun bizim tarihimiz açısından anlamı şuydu: Türk ekonomisi ve siyaseti; ABD merkezli Batı dünyasının içine girme kararı aldı.
Türkiye’nin, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’nın yanında yer almasında 1952’deki NATO üyeliği örnek gösteriliyor.
Doğru ama eksik; iktisat temelli düşünmediğimiz için hata yapıyoruz. NATO’dan önce, bugün de dahil yaşadığımız ekonomik krizlerin temeli olan iki uluslararası/ABD kurumuna girdik:
1944’te kurulan ve 1947’de faaliyete başlayan IMF ile 1945’te kurulan 1947’de faaliyete başlayan Dünya Bankası!
7 Eylül devalüasyon nedeni işte buydu; ABD liderliğindeki Batı dedi ki, “bu kurumlar olmadan dünya yönetilemez!”
7 Eylül devalüasyonu gerçekte bir düzen değişikliğine işaret ediyordu: Türkiye’nin içine girdiği yeni siyaset dünyasında anti-emperyalist Kemalist devrimcilere yer yoktu. Tasfiye edildiler. Kazananlar“35’ler” denen, (Türkiye’yi küçük Amerika yapacağın söyleyen) liberal Nihat Erim ekibi oldu.
En jakoben Kemalist’ine devalüasyon kararını açıklattılar; ve Recep Peker 10 ay sonra gitti. Kısa bir süre sonra da öldü.
Türkiye, ABD ekonomik sistemiyle bütünleşme politikasını Demokrat Parti’yle sürdürdü. Kısaca anımsatayım:
– Adnan Menderes 4 Ağustos 1958’de yüzde 68,9 oranında devalüasyon yaptı; bir buçuk yıl sonra 27 Mayıs 1960’da askeri müdahaleyle idam edildi.
– Süleyman Demirel 10 Ağustos 1970’te yüzde 40 oranında devalüasyon yaptı; 9 ay sonra 12 Mart 1971’de askeri darbeyle düşürüldü.
– Süleyman Demirel başbakanlığındaki II. Milliyetçi Cephe Hükümeti 21 Eylül 1977’te yüzde 9,1 oranında devalüasyon yaptı; 4 ay sonra koaliasyon dağıldı.
– Bülent Ecevit 10 Haziran 1979’da yüzde 43,7 oranında devalüasyon yaptı; 5 ay sonra gitti.
– Süleyman Demirel 24 Ocak 1980’de yüzde 32,7 oranında devalüasyon yaptı; 7 ay sonra 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yıkıldı.
– Tansu Çiller 5 Nisan 1994’te yüzde 51 oranında devalüasyon yaptı; seçim kaybetti ve sonra siyaset sahnesinden silindi.
– Bülent Ecevit 22 Şubat 2001’de yüzde 28,4 oranında, devalüasyon gerçekleştirdi ve seçimde rekor oy kaybıyla siyasi hayatı bitti.
Ecevit’in başına gelen
Erdoğan için bugün ne deniyor: “ABD getirdi ABD götürüyor!”
Nasıl gelmişti:
“MGK toplantısında Cumhurbaşkanı A.N. Sezer Anayasa kitapçığı fırlattı” diye siyasal kriz çıkarıldı; ekonomik kriz patlatıldı ve hükümet 22 Şubat 2001’de devalüasyon kararı aldı.
1 Mart’ta Dünya Bankası’ndan gelen Kemal Derviş bakan yapılarak, ekonomi dümeni teslim edildi.
Devalüasyon kararını “son Kemalist devrimci” Bülent Ecevit’e açıklattılar. Bitişi çabuk oldu:
Hastalanıp yatırıldığında merkez medya “çekil” diye yazılara başladı. En güvendiği sağ kolu Hüsamettin Özkan bile onu terk etti.
Ecevit’in siyasal gücü kalmadı; H. Kıvrıkoğlu’nun süresini 1 yıl uzatmak istiyordu; istemeye istemeye H. Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı’nı kabul etti.
Medyanın gündeminde; Ecevit’in hastalığı, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan ve Yahudi işadamı Üzeyir Garih suikastleri, “banka hortumları” ve hükümete yönelik Beyaz Enerji operasyonu vardı.
Ve Devlet Bahçeli siyaseten “intihar ederek” erken seçim istedi.
Seçime giderken CHP karıştırıldı; Erdal İnönü gibi isimler istifa etti. Fikri Sağlar gibi isimler ihraç edildi. DSP bölündü.
Seçimlerde devalüasyon yapan hükümet ortakları; DSP, ANAP, MHP baraj altında kaldı. Ve kısa süre önce kurulan AKP hükümet oluverdi. CHP ana muhalefetti.
Batı’nın “Ilımlı İslamcı” dediği Erdoğan “cüppe giyen Thatcher” rolünü üstlendi.
Batı için önemli olan neo-liberal politikaları yürütecek yeni bir “yüz”dü; Ilımlı İslam’dı.
Erdoğan’ın dolar ile getirildiği gün gibi ortadaydı. Aynen bugün dolar ile götürüleceği gibi.
Biz bu “filmi” 1946’dan beri seyrediyoruz; başrolde hep “pantolonlu veya etekli ya da cüppeli Thatcher”lar var!..
Düzeltme: Dünkü yazımda Enver Sedat, Ziya Ül Hak olacaktı. Bir de anlam karışıklığı vardı, doğrusu şu olacaktı: Sendikalar grev-eylem yapıp “piyasayı rahatsız etmesin” diye biçildi.
SÖZCÜ