Goethe tarihe, “Tanrı’nın gizemli atölyesi” der.
Bu gizemli atölye; ayrıntılarla uğraşmaz; sıradanlığa aldırış etmez. İnsanın yıldızının parladığı anları bekler.
Stefan Zweig, insanın yıldızının nasıl parlayacağını şöyle yazdı:
“Tek bir evet, tek bir hayır; bir anlık erken davranma ya da bir anlık geç harekete geçme; bu anı, yüzlerce kuşak da geçse asla geri getiremez ve bu yitirilen an bireylerin ve ulusların yaşamını ve hatta bütün bir insanlığın yazgısını belirler.”
Belki şaşıracaksınız ama son dönemde ne zaman Bülent Arınç ekrana çıkıp hükümet adına açıklama yapsa aklıma Zweig geliyor.
Artık biliyoruz; ekrandaki B.Arınç babacan tavrıyla, yumuşacık ses tonuyla ince ince siyasi dokundurmalarda bulunsa da, söyledikleri pek doğru çıkmıyor. Sonra geri adım atmak zorunda kalıyor. Haline üzülüyorum.
Önceki gün, Ergenekon-Balyoz gibi davaların yeniden yargılama konusuna nasıl soğuk baktığını görünce aklıma yine; B.Arınç’ın neden bir türlü “yıldızının parlamadığı” sorusu düştü.
B.Arınç niye “siyasi mevta” oldu?
Şöyle…
Astsubay çocuğu Bülent Arınç…
Astsubay çocuğu.
1948 doğumlu.
Yani 68 Kuşağı’ndan sayılabilir mi? Ankara Hukuk Fakültesi’nin ender sağcı öğrencilerden.
Milli Nizam Partisi ve ardından gelen Milli Selamet Partisi’nde gençlik kollarında çalıştı; Manisa il başkanlığı yaptı.
Çalışkandı. Ama temel özelliği; insanlarla rahat diyalog kurabilmesi ve en önemlisi kitleler önünde etkili konuşma yapmasıydı.
Bu nedenle:
Milli Görüş Hareketi içinde ona hep, “İkinci Erbakan” gözüyle bakıldı. Yani Erbakan’dan sonra onun koltuğa oturacağını düşünen çok partili vardı.
Yıldızı parlamaya müsaitti…
1995’te Refah Partisi Manisa Milletvekili olarak Meclis’e girdi.
Fakat artık bir rakibi vardı:
Bıçkın tavırları ve sert konuşmalarıyla yıldızı parlayan; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan!
B.Arınç Milli Görüş Hareketi’nin gönlündeydi.
R.T.Erdoğan ise, Milli Görüş dışındaki yerli ve yabancı grupların/lobilerin de genel başkan adayıydı.
Erbakan ve Erdoğan 90’lı yılların sonunda yasaklı olunca, genel başkanlık için “Bülent Arınç” ismi telaffuz edildi.
İşte yıldızının parladığı an gelmişti. Bir “evet” demesi yeterliydi.
Fakat B.Arınç, Yenilikçilerin liderliğini önce Erdoğan’a verdi; o yasaklı olunca kendi adaylığını açıkladı. Ancak A.Gül aday olunca hemen vazgeçti; A.Gül’e biat etti!
İkinci ya da üçüncü adam olmayı seçti.
Yani: ANAP’lı Mehmet Keçeciler olmayı tercih etti!
Niye?
Korkaklık mı? Ne?..
Araf’ta bekledi
B.Arınç sonuçta aldatıcı “yenilikçi kimliğiyle” hayatı boyunca karşı çıktığı düvel-i muazzamın açtığı kapıdan yürüyüp gitti.
Kongrede A.Gül’ü destekleyen konuşma yaptı. “Siz bizi ne sanıyorsunuz, biz bu dava için saçlarımızı ağarttık, sevdalarımızdan vazgeçtik” sözü çok alkış aldı.
Kongrede herkes, “eğer aday olsaydı kesin kazanırdı” diyordu. Salonda bulunanların gözünde; parti içindeki Gelenekçileri de Yenilikçileri de etkileyen, onların duygularını birleştiren tek “Abi” B.Arınç’tı!
Ama yapmadı. Yapamadı.
Tekrar StefanZweig’e dönmek istiyorum:
“İnsan yaşamına çok ender olarak inen o bir tek saniyelik büyük an, kendisinden yararlanmasını bilmeyenlerden işte böylesine müthiş öç alır. Basiret, buyruğa boyun eğme, çaba, akıl ve sağduyu gibi bütün insanlık erdemleri, yazgıyı belirleyen o büyük anın tutuşturduğu ateş içinde eriyip işte böyle yok olur.”
Bakmayınız fiziki varlığına ve etkisiz koltuğuna, B.Arınç siyaseten yok olup gitti.
Bunun sebebi hep Araf’ta beklemeyi tercih etmesiydi.
Korkusundan böyle kurtulacağını sandı.
Sabih Kanadoğlu desteği
Yazıya noktayı koymadan önce bir anekdot anlatmalıyım. Belki B.Arınç’ın kişilik analizine yardımcı olur.
Tarih: 13 Ekim 1985.
Refah Partisi İzmir teşkilatının Eşrefpaşa Şenocak Sineması’nda düzenlediği gecede Atatürk’e saygısızlık yapıldığı ve laiklik ilkelerine aykırı davranıldığı için Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı tarafından soruşturma başlatıldı.
Hakkında dava açılan isimlerinden biri de B.Arınç’tı.
Ceza alırsa parti zarar görür diye RP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyeliğinden istifa etti. Avukatı Ertuğrul Günay’dı.
B.Arınç 4 yıl 2 aya mahkum oldu. Ek olarak 1 yıl 3 ay da Eskişehir’de sürgün cezası verildi. Aralarında Sabih Kanadoğlu’nun bulunduğu Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı bozdu. Yerel mahkeme direndi. Yargılama 3 yıl sürdü.
Bu süreçte B.Arınç tutuklu değildi.
Tutuklu olsaydı bugün cezaevinde bulunanları daha iyi anlar mıydı? Hapisteki insanlarla empati kurabilir miydi? Hiç sanmıyorum. Zweig, B.Arınç’ın neye boyun eğdiğini hemen üstte yazıyor. Tekrar okuyun.
Peki B.Arınç hukukçu kimliğiyle, o masum insanlara yapılan adaletsizliğin farkında mı?
Siz karar verin…
Şöyle…
Erol Tatar, Ankara Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin üye hakimiydi. B.Arınç’a suikast soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve tutuklanması talep edilen üç subayı serbest bıraktı.
Ardından hakim Tatar’ın özel yetkileri kaldırıldı ve Asliye Ceza Mahkemesi’ne tayin edildi.
Ergenekon-Balyoz davası hakimlerinin başına da aynısı gelmedi mi: Köksal Şengün, Şeref Akçay, Zafer Başkurt, Erkan Canak, Oktay Kuban, Necat Ede, Mehmet Faik Saban, Yılmaz Alp, Tuncay Aslan, Selda Kutluata gibi hakimler bir gecede görevlerinden alınmadılar mı? İstifalara zorlanmadılar mı?
B.Arınç bunları bilmiyor olabilir mi? Biliyor.
Ve buna rağmen hala adil yargılamadan söz edebiliyor.
Korku, aklın durmasıdır…
SÖZCÜ