Ne hür basına, ne de bağımsız yargıya tahammülü vardı. Medyayı her sabah en yakınındaki adamlarından biri denetliyordu. Sanat dalları da aynı sadık kişinin kontrolü altındaydı. Hangi haberin yayınlanacağına, bu çok güvendiği adamı karar veriyordu.
* * *
Tek amacı ve hedefi güçtü. Güç dışında hiçbir şey onu ilgilendirmiyordu.
Bu nedenle iktidara gelir gelmez, yargıyı, polis gücünü ve orduyu ele geçirdi.
Artık yasama da, yürütme de, yargı da kendisiydi!
Gücünü arttırmak, korku salabilmek amacıyla kurduğu özel mahkemeleri siyasi davalara bakmakla görevlendirdi. Bu mahkemeler, muhalifleri “hükümeti devirmek amacıyla gizli saldırılar yapmakla” suçlayıp, ağır cezalara çarptırdı.
Bununla da yetinmedi, “Halk Mahkemeleri” oluşturdu. “Halk Mahkemeleri”ndeki 9 yargıcın 4’ünü meslekten gelenler, diğerlerini partisinin mensupları ve yandaşları arasından seçtirdi.
Artık ülke sabahları polislerin evlere baskın yaparak insanları alıp götürdükleri ve mahkeme hükmü falan olmadan tutukladıkları bir korku imparatorluğu haline dönüşmüştü.
Sokaklarda eli sopalı yandaşları dolaşıyordu.
Ama ateşli ve abartılı konuşmalarıyla her şeyi halkının iyiliği için yaptığını toplumun çoğunluğuna kabul ettirmeyi başarıyordu.
Tenkide hiç tahammülü yoktu. Kendisine yöneltilen her eleştiriyi, milli iradeye (halkına) karşı bir tehdit olarak algılıyor, vatana ihanet olarak görüyordu. Onun gözünde halkına (yani kendisine) ihanetin cezası çok ağır olmalıydı.
Zira kendisini halkla özdeş sayıyordu.
* * *
Karar alırken kumar oynamaktan asla çekinmiyordu. Kararını savunmak yerine, karşısındakileri sürekli savunmada bırakmayı tercih ediyordu!
Yetersiz bir eğitimi ve tecrübesi olmasına rağmen kendisine, her şeyi en iyi bilen insan havası veriyordu.
Karşısındakinin fikirlerini önemsememek ve değersiz bulmak, vazgeçemediği alışkanlıklarından biriydi.
Çevresindekiler halka “Bir konuda karar alırken kendinizi onun yerine koyun, o olsa nasıl karar verirdi diye düşünün ve ona göre davranın” telkininde bulunuyorlardı.
* * *
Yanılmaz olduğu kanısındaydı. Aldığı kararlar başarısız olursa, o kararı veren kendisini değil, onu uygulamaya çalışanları ve muhaliflerini suçlu ilan ederdi!
Karşısındakini akılcı tartışmalarla beynine hitap etmek yerine, ateşli konuşmalarla kalbine seslenerek ikna etmeyi benimserdi. Zira halk tabiriyle “gaza getirme” becerisinin büyük olduğundan emindi.
* * *
Yalan söylemekten çekinmezdi.
“Bir insana yalan dahi olsa bir söylemi tekrarlayıp durursanız, o kişinin bir süre sonra bunu kendi fikri gibi benimsediğini görürsünüz!” derdi.
* * *
Bu kişiyi tanıdınız mı?
Evet yanılmadınız!
Anlattığım diktatör Adolf Hitler’di!..
Uğur Dündar’ın Notu: Bu yazıyı kaleme alırken değerli bilim insanı Prof. Dr. Celal Şengör ile Sözcü Almanya Temsilcisi Ali Gülen’in derlemelerinden yararlandım. Kendilerine teşekkür ediyorum.
SÖZCÜ