Önce medyayı ele geçirdi.
Yandaşları bunun nedenini açıklarken “Toplum gerçekleri değil onun izin verdiklerini bilmesi gerekir” dedi! Anayasal güvence altındaki düşünce özgürlüğünden söz ederken, “Kendisi gibi düşünenlerle aynı fikirde olduğunu” söyledi! Böylece tüm dünyaya düşünce özgürlüğü dersi verdi!
Demokrasiyi “Yasama da, yürütme de, yargı da benim, ister asarım, ister keserim” diyerek tarif etti, bu veciz (!) tanımla tarihe altın harflerle geçti!
Yolsuzluk, rant ve talan cenneti haline gelen ülkede bunları yapanlar sanki muhaliflermiş gibi, karşıtlarına akıllara durgunluk veren cezalar kesti!
Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında savcıların oğlu üzerinden kendisine yöneleceğini anlayınca, adeta çılgına döndü!
Operasyonda ısrar eden savcılar ve polis şefleri bir sabah uyandıklarında kendilerini tenzili rütbe edilmiş ve başka kentlere sürülmüş gördü! Ülkenin içinden geçtiği kapkaranlık süreci değerlendirirken “Cemaatçi çetelerin şahsını ve partisini hedef alıp darbe yapmak istediğini” öne sürdü.
Bu açıklamalar üzerine AKP-Cemaat kavgasını derin endişeyle izleyen demokrasiye inanmış herkesin normalleşme umutları tümüyle söndü!
Medya hiç böyle anlatılmadı: “Abluka…”
Sevgili okurlarım,
Sansür iktidarın ve dolayısıyla ülkenin utancıdır.
Otosansür ise gazeteciliğin utancıdır.
“Abluka” bu utanca ayna tutan kişisel her şeyden uzak bir Türkiye medyası yüzleşmesidir, belgesidir.
Bu yüzleşmede çok isim geçiyor. Her biri dedikodu ya da duyum değil, bire bir tanık olunan gerçekler…
Bütün bu gerçeklerde medyanın nasıl teslim olduğu ve biat ettiği, belgesel bir şekilde ortaya konuyor.
* * * * *
Haberin duygusu vardır, ruhu vardır, vicdanı vardır.
Oysa NeoTükiye’de biat eden medyada haberler tamamen insansızlaştırıldı. İnsansız olunca da vicdanını yitirdi. Sadece İktidar güçlerine yaranmak için yapılan haberler yüzünden medyanın güvenirliği azaldı.
“Abluka” mesleğine sahip çıkanların haykırışı…
“İş aramıyorum, mesleğimi arıyorum” diyen bir adamın, mesleğinin itibarsızlaştırılmasına isyanı da aynı zamanda…
“Abluka”nın sayfalarında gezinirken bu isyana eşlik etmemek mümkün değil. Haberin üstüne çöken “siyasetin kara gölgeleri” de çok net bir şekilde anlatılıyor.
“Abluka”da para ve makam uğruna haber merkezlerinin hükümet komiserlerine terk edilişinin trajik öyküsü de yer alıyor.
“Abluka”da sadece medyanın biat öyküsü değil.
Kitapta AKP ile Cemaat arasında yaşanan güç savaşının izleri de sürülüyor. Bu güç savaşında hafızalar tazeleniyor. Okur, dün birlikte kol kola ortak düşman yaratıp onu yiyenlerin, şimdi birbirlerini nasıl yediklerini de çok çarpıcı bir biçimde görüyor.
“Abluka”yı okurken kimi zaman sinirleriniz bozulacak, kimi zaman çok şaşıracak, kimi zaman da“bizim çocuklar”a daha sıkı sarılmak isteyeceksiniz.
Benim yakından tanıma fırsatını bulup, gazeteciliğine ve onurlu duruşuna “bravo” dediğim Mustafa Hoş, “Abluka”nın önsözünde “Bizim Çocuklar”ı şöyle anlatıyor:
“Haber merkezlerinde ne yaşanıyorsa bilin ki ‘Bizim Çocuklar’ın ya hiç olmaması ya da çok az kalmasındandır. Bakın haber merkezlerine… Eğer ‘Bizim Çocuklar’ yoksa, yaşadığınız cehennem o yüzdendir. Bizim Çocuklar’ın yoklukları, cehennemin öbür adıdır!..”
Yaşanan onca şeye rağmen pesimist bir kitap değil “Abluka”…
Daha güzel bir ülke ve onurlu bir gazetecilik için kitabın kapağı zaten yol da gösteriyor:
“Korkma! Cesaret de bulaşıcıdır” diyor.
Bu yiğit gazetecinin kitabını okuyun ve okutun.
Çünkü medya bugüne kadar hiç böyle anlatılmadı…
SÖZCÜ