Uğur Dündar: Korkunç talanla geleceğimizi yağmalıyorlar!..

Ugur-Dündar-2Kardak Krizi nedeniyle Ege’deki gerilim doruğa tırmanmış, Yunanistan’la savaşın eşiğine gelmiştik.
Suların bir türlü durulmadığı o yılın yaz tatilini Bozcaada’da geçiriyorduk.
Bol hışırtılı, kekik ve deniz kokulu rüzgarın Ada’ya uğramayı unuttuğu sakin gecelerin birinde, Belgin-Haluk Şahin çifti ve dostlarla limanda ailecek yemek yiyorduk.
Yemeğin sonlarına doğru aniden yıldırım düşmüş gibi bir gürültü duyduk.
Oysa gökyüzü berraktı ve yıldızlar uzanıp tutabileceğimiz kadar yakın duruyordu.
“Ne oluyoruz” demeye kalmadan iki F-16 savaş uçağı cayırtılarla geçip gitti.
Artık Ada’nın yerlisi olan Haluk “Merak edilecek bir durum yok. Bandırma’dan kalkan uçaklar, devriye görevi yapıyorlar. Saros’a doğru gidip tekrar dönecekler. Kardak sonrası devriye uçuşları yoğunlaştı” dedi.
Nitekim çok geçmeden bir cayırtı daha koptu.
Geceyi gürültülerle delen F-16’lar bu kez çok daha alçaktan uçuyordu.
Bozcaada Kalesi’ne sürtünürcesine geçerken birini görür gibi olduğumuz pilotlar adeta “Biz gökyüzü devriyeleriyiz. Vatanı ve sizi koruyoruz” mesajını verir gibiydiler.
Önümüzde oturanlar da bizim gibi düşünmüş olmalılar ki, bu zorlu
görevi yapan pilotları ayakta alkışlamaya başladılar.
Ardından yanımızdaki, sonra onların yakınındakiler, derken limandaki tüm masalar ayağa kalkıp, isimlerini ve rütbelerini bilemediğimiz o kahramanları dakikalarca alkışladılar.
* * *
Aradan aylar geçti.
Kanal-D’de yayınlanan bir programda o gecenin anısını paylaşıp, canlı yayının ardından odama çıktım.
Biraz sonra yardımcım Türkan “Uğur abi, sizi, anlattığınız pilotlardan biri arıyor” dedi. Şaşırmıştım. Hemen bağlamasını söyledim.
Telefon hattının ucundaki ses kendini tanıtmaya başladı:
“Adım Sedat Timur. O geceki uçuşu yapan pilotlardan biriyim. Yüzbaşıyım. Harp Akademisi’ni bitirirsem kurmay olacağım. Sizinle tanışmayı çok isterdim…”
Dündar Ailesi olarak Sedat Timur ve aile bireylerini yemeğe davet edip tanıştık.
Dostluğumuz hep sürdü. O hızla terfi ederek önce filo komutanı oldu, sonra da Kurmay Albaylığa kadar yükseldi. Washington Büyükelçiliğimizde ataşelik de yaptı.
Pırıltılı sicilinin doğal sonucu olarak generalliğe yükselmeyi beklerken, ayak oyunuyla terfisi bir yıl ertelenince, onuruna yediremeyip Hava Kuvvetleri’nden istifa etti.
Şimdi özel bir havayolu şirketinde uçuyor.
* * *
Hayatının hatasını, tüm birikiminin yanı sıra, borçlanarak -Atatürk Havalimanı’na yakın olduğu için- Ataköy’de Ayamama Deresi’nin kenarına inşa edilmiş konutların, deniz gören dairelerinden birini satın almakla yaptı.
Hata diyorum, çünkü haberim olsaydı aldırmazdım.
Zira bu konutların inşa edildiği zemin dere yatağı olması nedeniyle hem büyük deprem riski taşıyor, hem de dünkü SÖZCÜ’de okuduğunuz gibi Katarlılar (!), denizin dibine devasa beton ucubeler dikiyor.
Rantçılar halkın malı olan güzelim kıyı şeridini sit ilan etmek yerine, vahşi yağmaya açarak talan ettiriyor.
Yani Katarlıların insafına bırakılmış Ataköy, “Betonköy” oluyor.
Bu durumda insanın aklına ister istemez “Bütün imar planı değişikliklerini Başbakan’ın (Tayyip Erdoğan) emri ve onayıyla yaptım” diyen eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “Ataköy sahili milli sorumluluk. Tüm yapılanmaları durdurduk, sahili halka açacağız” şeklindeki taahhüdü geliyor!
Bir de Sedat Timur’un şu dizeleri:
* * *
Üzülme minik serçe,
Ataköy sahilindeki yuvam bozuldu diye…
Bozulan sadece yuvalar değildir,
Bu sahil, bu ırmak, bu denizdir…
Sadece onlarla kalsa yine iyi,
Bu soluk ve bu şehirdir…
Konuşturma beni fazla,
Lütfen ısrar etme,
Ben bugünlerden çoktan vazgeçtim,
Giderek kaybolan geleceğimizdir…
* * *
Ormanları, dereleri, kıyıları, rant gördükleri her alanı, kısacası geleceğimizi yağmalıyorlar.
Beton perdeleri “Deniz İncisi” (!) (Sea Pearl) adıyla pazarlıyorlar!..
Sözcü

Leave a Reply

Your email address will not be published.