Uğur Dündar: Silivri zindanındakiler çoktan güneşe veda ettiler!

Ugur-Dündar-2Ay­lar­dan Ka­sı­m’­dı, te­pe­miz­de gü­neş du­ru­yor­du ama üşü­yor­duk.
Trak­ya­’nın don­du­ru­cu so­ğu­ğu­nu ilik­le­ri­mi­ze ka­dar his­se­di­yor­duk.
Yıl­maz Öz­dil kar­de­şim­le, Si­liv­ri Zin­da­nı tut­sak­la­rın­dan Ne­dim Şe­ner kar­de­şi­mi­zi zi­ya­re­te gi­di­yor­duk.
* * *
Bi­rin­ci ka­pı­dan geç­tik, “a­ra­ma­”lar için ken­di­mi­zi gö­rev­li­le­re tes­lim et­tik.
Kim­lik­le­ri­mi­zi ver­me­miz, cep te­le­fon­la­rı­nı bı­rak­ma­mız, ke­mer­le­ri­mi­zi ve ayak­ka­bı­la­rı­mı­zı çı­kar­ma­mız yet­me­di.
Te­pe­den tır­na­ğa ka­dar aran­dık.
Ar­dın­dan re­ti­na ta­ra­ma­sın­dan geç­tik.
O iş­lem de ta­mam­la­nın­ca bir mi­ni­büs­le Ne­di­m’­le­rin yat­tı­ğı bö­lü­me git­tik.
He­men be­lir­te­yim, ce­za­evi per­so­ne­li bi­ze kar­şı son de­re­ce özen­li ve say­gı­lıy­dı.
Hiç­bir ka­ba dav­ra­nış­ta bu­lun­ma­dık­la­rı gi­bi, iyi ağır­la­ma­da bir­bi­riy­le ya­rış edi­yor­lar­dı.
Ör­ne­ğin kah­ve pi­şi­ri­yor­lar, bir­lik­te anı fo­toğ­ra­fı çek­ti­ri­yor­lar­dı.
Bu ara­da ça­lış­ma ko­şul­la­rı­nın zor­lu­ğu­nu an­la­tı­yor, bu­na kar­şın al­dık­la­rı ma­aş­la­rın ye­ter­siz­li­ğin­den ya­kı­nı­yor­lar­dı.
Bi­ze gö­re de on­lar Tür­ki­ye­’de genç­le­re fır­sat eşit­li­ği ta­nı­ma­yan ka­yır­ma­cı sis­te­min mağ­dur­la­rıy­dı.
Gi­re­bil­dik­le­ri üni­ver­si­te­ler­de oku­muş­lar ve iş bul­ma güç­lü­ğü ne­de­niy­le bu işi yap­mak zo­run­da kal­mış­lar­dı.
İs­te­me­dik­le­ri iş­ler­de ça­lış­ma­ya mah­kum ol­muş­lar­dı.
* * *
Bu il­gi­ye rağ­men ce­za­evi at­mos­fe­ri içi­mi­zi da­ral­tı­yor, ru­hu­mu­zu ka­rar­tı­yor­du.
Bi­ze re­fa­kat eden yet­ki­li bi­le emi­nim için­den “Ne­re­den düş­tük bu­ra­ya?” di­ye ge­çi­ri­yor­du.
* * *
Ne­di­m’­le ka­pa­lı gö­rü­şe baş­la­dık.
Cam böl­me­nin ar­dın­dan te­le­fon­la ko­nu­şu­yor­duk.
Ona mo­ral ver­me­ye ça­lı­şı­yor, “me­rak et­me en kı­sa sü­re­de suç­suz­lu­ğun an­la­şı­la­ca­k” di­yor­duk.
Ama bir de bi­ze so­run.
As­lın­da gü­lüm­ser­ken ağ­lı­yor­duk.
Kü­çük bir ço­cuk ka­dar saf ve ma­sum o dev adam gö­rüp de üzül­me­sin di­ye göz­yaş­la­rı­mı­zı içi­mi­ze akı­tı­yor­duk.
Yıl­maz da­ral­dık­ça yan ta­ra­fa ge­çi­yor, ce­za­evi yet­ki­li­si­nin ik­ram et­ti­ği si­ga­ra­dan bir­kaç ne­fes çek­tik­ten son­ra hiç­bir şey ol­ma­mış gi­bi soh­be­te de­vam edi­yor­du.
Ve­da et­me za­ma­nı ge­lin­ce kalk­tık.
Dev adam­la ca­mın ge­ri­sin­den ku­cak­laş­tık.
Ge­ri­ye dö­nüp bak­ma­dan hız­la uzak­laş­tık.
Eğer dö­nüp bak­mış ol­sak, göz­yaş­la­rı­mı­zı tu­ta­ma­ya­cak­tık.
Bir an ön­ce bu­ra­dan kur­tul­ma­lıy­dık.
* * *
Ye­ni­den in­ce ara­ma­lar­dan, re­ti­na ta­ra­ma­la­rın­dan ge­çip, ce­za­evi av­lu­su­na çık­tık.
Yi­ne üşü­yor­duk ama öz­gür­dük.
Tam ara­ba­la­rı­mı­za bi­ne­cek­tik ki, ce­za­evi yet­ki­li­si “Lüt­fen ka­lın da si­ze bir öğ­le ye­me­ği ik­ram ede­yim!” de­di.
San­ki an­laş­mı­şız gi­bi iki­miz bir­den “Sı­cak da­ve­ti­ni­ze çok te­şek­kür­ler. Ama biz si­ze ne gi­bi bir kö­tü­lük yap­tık da bi­zi bu­ra­da bi­raz da­ha tut­mak is­ti­yor­su­nuz?” di­ye ce­vap ver­dik…
Acı acı gü­le­rek ona da ve­da et­tik.
* * *
Ay­lar son­ra Tür­ki­ye Ga­ze­te­ci­ler Fe­de­ras­yo­nu Baş­ka­nı Atil­la Ser­tel kar­de­şi­min gi­ri­şim­le­riy­le Si­liv­ri Zin­da­nı­’na ye­ni­den git­tik.
Mes­lek­taş­la­rı­mız Mus­ta­fa Bal­bay, Tun­cay Öz­kan ve So­ner Yal­çı­n’­ı, açık gö­rüş­le zi­ya­ret et­tik.
* * *
Hiç unut­mu­yo­rum.
Tun­cay Öz­ka­n’­la ko­nu­şur­ken avuç­la­rı­nın içi­nin san­ki por­ta­kal soy­muş gi­bi sap­sa­rı olu­şu dik­ka­ti­mi çek­miş­ti…
Ne­de­ni­ni sor­muş­tum:
“Gü­neş bi­ze Ka­sım so­nun­da ve­da edi­yor, tek­rar Şu­bat or­ta­la­rın­da dö­nü­yor da on­da­n” de­miş­ti.
O söz­ler he­pi­mi­zin göz­le­ri­ni ıs­lat­ma­ya yet­miş­ti.
* * *
Şim­di Tun­cay o sap­sa­rı el­le­riy­le, ge­ce­le­ri du­var­la­ra ba­ka­rak he­nüz 21 ya­şın­day­ken yi­tip gi­den oğ­luy­la ko­nu­şan kan­ser has­ta­sı Pro­fe­sör Fa­tih Hil­mi­oğ­lu­’na yar­dım edi­yor, göz­le­ri ka­ta­rakt­lı Yal­çın Kü­çü­k’­ün kol­la­rın­dan tu­tup, ko­ğuş­ta gez­di­ri­yor.
O sap­sa­rı el­le­ri­ni gök­yü­zü­ne açıp, Şu­bat ayı­nın, bir­kaç sa­at­li­ği­ne de ol­sa gü­ne­şin gö­rü­ne­ce­ği gün­le­rin bir an ön­ce gel­me­si için du­a edi­yor.
O sap­sa­rı el­le­riy­le er­gen­lik ça­ğı­nı ba­ba­sız ge­çi­ren kı­zı Naz­lı­ca­n’­ın saç­la­rı­nı ok­şu­yor, ha­ri­ka ro­man­lar ya­zı­yor.
Bu ara­da Si­liv­ri, Has­dal, Mal­te­pe, Sin­can, Ma­mak ve Şi­rin­ye­r’­de­ki tüm si­ya­si tut­sak­lar gi­bi o da, Tür­ki­ye Ba­ro­lar Bir­li­ği Baş­ka­nı Pro­fe­sör Me­tin Fey­zi­oğ­lu­’nun gi­ri­şim­le­ri­nin olum­lu so­nuç ver­me­si­ni is­ti­yor.
* * *
Sap­la sa­ma­nı ka­rış­tı­ran bi­ri­le­ri de Prof. Me­tin Fey­zi­oğ­lu için abuk sa­buk laf­lar edi­yor, yol­suz­luk­la­rı unut­tu­ra­ca­ğı ge­rek­çe­siy­le, ça­ba­la­rı­na kar­şı çı­kı­yor­lar.
Böy­le­ce Yıl­ma­z’­ın de­di­ği gi­bi, iş­le­me­dik­le­ri su­çun be­de­li­ni öde­yen­le­re bir de baş­ka­la­rı­na ait yol­suz­lu­ğun be­de­li­ni ödet­mek is­ti­yor­lar.
SÖZCÜ

Leave a Reply

Your email address will not be published.