YAZARLAR-Kur’an, iki dinci taife olan Cemaatçılar ve AKP ile onlara karşı olduğunu söyleyen sözde Atatürkçü-laikleri çarptı. Nasıl çarptı? Sonuncudan başlayarak cevaplayalım:
Sözde Atatürkçüler; Kur’an’ı ‘çöl kitabı, bedevî masalı, ölüler kitabı, imam hatiplilerin kitabı’ görüp hayatın dışına ittikleri ve Atatürk’le laikliği o kitaba aykırı bir anlayışın temsilcisi sayarak, Kur’an’dan yararlanma idrakini felç ettikleri için çarpıldılar. İki binli yıllardan beri düştükleri yürekler acısı durum ortada. Batı emperyalizminin kodamanları gütmese, donlarını bağlamasını bile bilmeyen birtakım adamlar, Mâûn Namazı kılmak üzere ‘takunyalanmış’ ayaklarını sözde laiklerin ensesine basıp onları ciyak ciyak bağırttılar.
Dinci zebaniler, haçlı emperyalizmle kurdukları işbirliği sayesinde geldikleri yerden Ehlisalîp kodamanlarına tarihin en büyük hizmetlerini verdiler. Ehlisalîp’in Hilal’den, Türk’ten ve Türklükten bin yıllık intikamını almasını sağladılar. Nihayet, haçlı kodamanların bu dinci namert taifelerden alacakları fazla bir şey kalmayınca desteklerini çekip onları kendi ‘zekâları’ (!) ile baş başa bıraktılar.
Dinci zulüm taifeleri, kendi zekâlarıyla (!) ancak birkaç hafta yol alabildiler. Malum kavga ile birbirlerine girdiler. Bütün pisliklerini, nifaklarını, fesatlarını, hırsızlıklarını, hukuksuzluklarını, yolsuzluklarını, iftiralarını, hıyanetlerini, ahlaksızlıklarını, yalanlarını ve talanlarını… kısacası bilcümle zulümlerini karşılıklı salvolarla deşifre etmeye başladılar.
Onların ciğerlerindeki pisliğin ağırlığını en iyi bilen yine onlardı. Böyle bir ‘deşifre’ işlemini hiç kimse bu kadar ustaca yapamazdı. Allah istedi ve onlar da yaptı.
Bunların her yanını lanetleyen Kur’an adına şu gerçeğin altını öncelikle çizelim:
Kur’an, iftira suçu işlemiş olanların tanıklık hakkını yani doğruyu söyleme ehliyet ve liyakatlarını ‘ebediyen’ kaydıyla (tabir Kur’an’ın) ellerinden almaktadır. Yani; iftira şampiyonu bu dinci taifelerin ağızlarından çıkan hiçbir söze güvenilemez, bunların bir gün doğruyu söyleme imkânlarının bulunabileceğine asla ihtimal verilemez. Ayrıca bunlar, işledikleri ağır zulümlerle hakka ve hakikate hıyanet ettikleri için bunların hiçbir biçimde savunulması söz konusu olamaz. Birbirleri aleyhinde söylediklerinin doğruluğu bu tespite aykırı değildir. Çünkü o doğrular, onların doğruları değil, tarihin doğrularıdır. Tarih ve Tanrı o doğruları onlara itiraf ettiriyor. Bu itirafları onların doğruluğuna tanık olarak değil, Tanrı’nın lütfuna delil olarak düşünmek zorundayız.
“ZALİMLERE YARDAKÇI OLMAYIN!”
Ara başlıktaki emir Kur’an’ındır. (Nisa suresi, 105) “Zalimlere eğilim gösterirseniz, ateş sizi sarmalar” diyen de Kur’an’dır. (Hûd suresi, 113) “Zalimlerden başkasına düşmanlık yapılmayacaktır!” (Bakara, 193) diyen kitap da Kur’an’dır.
Kur’an’ın bu emrini çiğneyenler zalimlere uşaklık etmek gibi korkunç bir zulmün faili olurlar. Zalim olmaktan daha büyük bir suç vardır: Zalime yardakçılık etmek. Yani pasif zalimlik. Pasif zalimlik, zalimliğin en kahpesi, en zararlısıdır. Allah, pasif zalimlerden intikam alacağını hükme bağlamıştır. (Zühruf suresi, 54-56)
Türkiye bugün aktif zalimlerle pasif zalimlerin karşılıklı desteklerle birbirini ihya ettiği bir zulümler coğrafyası olmuştur. Aktif zalimler onlarla yüzlerle ifade edilebilirken, pasif zalimler, yani zağar zalimlerin kırıntılarından yemlenmek için onlara finoluk eden zalimler binlerle, on binlerle, belki de milyonlarla ifade edilmektedir.
YURT