Yaşar Nuri Öztürk: Kutsalı küçültme gafleti

BT YAZARLAR-Müslümanların Hz. Peygamber’den sonra ikinci devlet başkanı Hz. Ömer, Kâbe’nin hareminde hiç kimseye üç günden fazla kalma imkânı vermiyordu. Eleştirenlere söylediği şuydu:
“Her gelen orada istediği kadar yayılırsa Kâbe’nin mehabeti kalmaz…”
İmamı Şâfiî (ölm.204/820), Peygamberimize salât ve selamın her ağız açıldığında telaffuzuna aynı gerekçeyle karşı çıkmıştır: Mehabeti kalmaz.
Yani saygınlığı, iç dünyaya nüfuz gücü yok olur, sakıza döner. Bu sakıza dönüş önlensin diyedir ki, İmamı Şâfiî şöyle diyebilmiştir:
“Bir insan, bir mecliste bir kez salât ve selam getirse yeter. Ömründe bir kez getirse yine yeter…”
Bu satırların yazarı, ‘Allah’ kelimesini çok az telaffuz eden ama telaffuz ettiğinde titreyen, bazen yere çöken, gözleri yaşlarla dolan, gerçek Allah adamlarının sohbetlerinde, onların nefesiyle büyüdü.
O nefeslerin ilhamıyladır ki, Allah’ı pazara indirip aldatma aracı olarak kullanmaya kalkan sahtekârı çok iyi tanırım. Onu yüzünden, nefesinden, edasından-sadasından tanırım. Daha ağzını açtığı anda tanırım. Adımını attığı anda tanırım.
Siyaset ve çıkar dincisi sahtekâr, kutsallarımızı, ölümsüz değerlere saygıyı ufalta ufalta yok etti. Şimdi o, ‘Allah’ dendiğinde olduğu yere çöken, gözleri yaşlarla dolup göğsü titremeye başlayan yüce ruhlu insanların dine-imana yönelik yarattığı sevgi ve saygıdan eser kalmadı.
Bu gerçekleri anlattığınızda, çıkar tezgâhı sarsılan din çapulcusu sahtekâr, ruhsal dedeleri engizisyon papazlarına has katranlı bir melanetle bağırmaya başlıyor:
“Din, birilerinin keyfi için kolaylaştırılıyor, sosyete cennete gidebilsin diye dine müdahale ediliyor!”
Adamlar, sizin dininizi, aklı ve Kur’an’ı dışlayarak yozlaştıracaklar, siz buna karşı çıktığınızda ise sizi ‘dinden taviz vermek’le itham edip susturacaklar. Sonra da, su başlarına geçtiklerinde, yirmi dört saat haçlı kodamanlara hulûs çıkarmayı başarı ilan edecekler…
Tarih böyle bir ikiyüzlülük, böyle bir onursuzluk kaydetmiş midir?!
Din çapulcusu sahtekâr, ha bire din der, iman der, ibadet der, âhiret der, salâtü selam der, sarık der, takke der… Ama insan hakları, helal lokma, emeğe saygı, samimiyet asla demez. Çünkü bunlar onun kara yüreğini rahatsız eder. O yürek kara yürek, vicdansız yürek. O kara yürek bütün güzelliklere ve haklara düşmandır. O kara yüreğin yaydığı ufûnet yüzündendir ki, insanlık, Kur’an’ın aydınlık dininden nefret eder hale gelmiştir.
BEKTAŞİNİN ÖLÜMSÜZ MESAJI
Gerçeği tam omurgasından yakalayan şu Bektaşi hikmetini dikkatle okuyalım:
Bektaşi babası kahvede oturmuş, “Allahım! Fakir kuluna bir şişe rakı ihsan et!” diye yalvarıp duruyormuş. Yan tarafta oturan softa başı, babayı zor durumda bırakıp açık düşürmek için, “Allahım! Ben kuluna iman nasip et!” diye yalvarmaya başlamış. Etraftaki softa beslemeleri, efendilerinin mesajını hemen alıp babaya bindirmişler:
“Yahu, sen ne biçim adamsın? Bak, hazret, Allah’tan iman niyaz ediyor, sen rakı istiyorsun. Kötü örnek olmaya utanmıyor musun?”
Baba; her zamanki sakin, ârif ve kâmil tavrıyla asırlara ders olacak ibret ve hikmeti yerine oturtan şu cevabı vermiş:
“Şaşacak ne var, efendiler. Herkes Allah’tan, kendinde olmayanı ister. Softa efendi onda olmayanı istiyor, ben de bende olmayanı. Onda olmayan iman, bende olmayansa rakı.”
Allah ile aldatanlar halkın elinden her şeyi aldılar ve bunun içindir ki her şeyleri var. Onlarda olmayan tek şey, Kur’an’ın istediği iman. Galiba bu yoksunlukları yüzündendir ki sürekli ‘din-iman’ diye bağırıp çağırmakta, ona buna toslamaktalar. Baba erenlerin hatırlattığı ölümsüz gerçeği unutmayalım:
“Herkes kendinde olmayanı, muhtaç olduğu şeyi ister.”
İlk Kurşun

Leave a Reply

Your email address will not be published.