Beste Serim Erbak: Uçsuz bucaksız Anadolu – 8.BÖLÜM / ŞANLIURFA

UÇSUZ BUCAKSIZ ANADOLU – 8.BÖLÜM / ŞANLIURFA
İnsanlık Tarihinin Gizli Hazinesi,Göbeklitepe

Şimdi hedefimiz, Şanlıurfa’nın yaklaşık 15 km kuzey doğusunda,Örencik Köyü yakınlarında, alabildiğine uzanan bozkırda, bir tepe üzerine konumlanmış, 2018’in 1 Temmuz’unda UNESCO Dünya kültür miraslarına kabul edilen, Yeryüzünün bilinen en eski kült merkezi Göbekli Tepe’yi görmekti. Bugünün tarihi 17 Temmuz 2018. Yıllarca sürdürülen kazılar sonucu ortaya çıkartılan ve insanlık tarihine yeni bir boyut kazandıran bu merkez için diyebilirim ki; şimdiye kadar gördüğüm en ilginç,en gizemli yer. Kapanmadan yetişmek için acele ediyoruz. Biraz da yolu şaşırmaktan kaynaklanan zaman kaybı nedeniyle ancak son anda varabiliyoruz.

Göbeklitepe’nin keşfi oldukça ilginç. Kalıntılar ortaya çıkarılmadan önce Kürtçe ‘Gire mıraza’ “Ziyaret tepe” denilen bu yer insanların yıllar boyunca dilekler dilediği bir tepeymiş. Halk arasında anlatılan hikâyeye göre özellikle çocuk sahibi olamayan kadınlar istekleri gerçekleşsin diye buraya gelip dua ederlermiş. Kutsal kabul edilen bu yerde bir dilek ağacı bulunuyor. Gerçekten de kazılar sırasında ağacın civarından çıkartılan tabletin üzerinde doğum yapan bir kadın figürü kabartmasının bulunması şaşkınlık verici bir tesadüf. Çevre halkı buranın inanılmaz bir enerjisi olduğuna ve dileklerinin gerçekleşeceğine inanıyor.

12 bin yıllık geçmişiyle şimdiye kadar bilinen insanlık tarihinin akışını değiştiren, ezber bozan Göbeklitepe, Dünyanın 7 harikasından biri olan Gize ’deki Mısır Piramitlerinden 7500 ve İngiltere’deki Stonehenge megalitlerinden (Antik Anıtlar) tam 7.000 yıl daha önce inşa edilmiş.
Bilim insanları Göbeklitepe’nin son Buz Devri’nin bitiminden hemen sonra, avcı-toplayıcılar tarafından yapıldığını düşünüyor.Araştırmalar, yaklaşık 10,000 yıl önce buranın bilinmeyen bir nedenden dolayı, gizlemek amacıyla kasıtlı olarak toprakla örtülüp gömüldüğünü ve terk edildiğini gösteriyor. Neden terk edildiği ve gömüldüğü konusu halen sır olarak kalmaya devam ediyor. Sadece bir takım teoriler ortaya sürülüyor.

Her şey 1986 yılında tarlasını süren bir çiftçinin Şavvak Yıldız’ın burada, bulduğu heykellerle ortaya çıkmış. Heykellerin değerli olduğunu düşünen çiftçi, onları Şanlıurfa Arkeoloji Müzesine götürmüş. Uzun süre orada kalan heykeller, kazı yapmak için kente gelen Alman Prof. Dr. Klaus Schmidt’in dikkatini çekmiş. 1995 yılında bölgedeki ilk kazılar onun önderliğinde başlamış. Kazılarda Neolitik döneme ait, boyları 3 ila 6 metre, ağırlıkları da 40 ila 60 ton arasında olan, üzerinde kabartma yabani hayvan figürlerinin yer aldığı “T” biçimli dikili taşlar bulunmuş.Bu sütun ve dikilitaşlara leopar, yaban domuzu, akrep, leylek, tilki, ceylan, yılan gibi hayvan kabartmaları yapılmış. “T” şeklindeki sütunların “tanrı” figürünü canlandırdığı yönünde teoriler öne sürülüyor. Sütunları kucaklayan kol, el ve parmaklar oyulmuş ama yüz hatları yok.

İnsanlar bu alanda yılın belli dönemlerinde bir araya gelerek çeşitli ritüeller gerçekleştirmiş,kurbanlar adamış ve tüm bunları taşlara resmetmişler. Göbeklitepe’de devam eden kazılarda yuvarlak bir plan dâhilinde yapılan 6 tapınak daha ortaya çıkarılmış. Ancak havadan çekilen fotoğraflarda, aslında burada 20 tapınak olduğu tespit edilmiş.
2014 yılında profesörün hayatını kaybetmesinin ardından kazılar Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi başkanlığında devam etmiş. Göbeklitepe şu ana kadar bulunan mimari yapıların en eskisi.

Göbeklitepe’nin tarih açısından önemi ise şöyle: Burası keşfedilmeden önce insanoğlunun ilk yerleşik hayata geçişinin, hayvanları evcilleştirmesi ve tarım yapmasıyla gerçekleştiği düşünülüyorken Göbeklitepe bu tezi yerle bir ediyor. Yani insanın yerleşik hayata geçişinin, aslında inancın ön plana çıkması, inançlar için bir araya gelinmesi ve bundan doğan ihtiyaçları karşılamak adına olduğunu ortaya koyuyor.

Çevre düzenlemesi gayet güzel yapılmış. Bilet aldıktan sonra biraz yürüyorsunuz. Orada sizi servisler bekliyor. Onlar ile ören yerine gidip, dönüyorsunuz. Dolayısıyla fazla kalabalık, ziyaretçi akınının önüne geçilmiş.
Ören yeri bir üst çatı örtüsü ile kapatılmış ve etrafında dolaşan tahtadan yapılmış iplerle çevrili bir yolu takip ederek dairesel bir tur atarken, 12.000 yıl önce yapılmış olağanüstü eserleri izliyorsunuz. Kazı çalışmaları halen devam ediyor. Burası tekrar, tekrar görmeyi düşündüğümüz yerlerden. Anadolu toprakları ne cevherler barındırıyor. Tüm insanlık tarihinin başladığı paha biçilemez yerde yaşamanın gururunu duymuyorum desem yalan olur. Çıkışta ziyaretçi karşılama yerinde satılan bazı hediyelik eşyalar ve kitaplardan alıyoruz.

Bu gece Urfa’da kalacağız. Trafik bir felaket. Kim nasıl isterse öyle araba sürüyor. Karmakarışık. Otel bulmak zor. Oteller hem çok pahalı hem de yer yok. En sonunda arabayı bir park yerine bırakıyoruz. Orada bize yardımcı oluyorlar. Tarihi bir Urfa evi restore edilerek butik otele dönüştürülmüş. Avlusu, çeşmesi. Çok beğendik. Lüks olmasa da güler yüzlü insanların hizmet ettiği ve mükemmel kahvaltısını unutamadığımız bir yer. “Pınarbaşı Taş Konak.”

Dünya’nın İlk Üniversitesi
Şanlıurfa’yı daha önce gezdiğimiz için bu kez çevresini dolaşıyoruz. Ertesi sabah, Harran’a gitmek üzere yola koyuluyoruz. Dünyada kurulan ilk üniversitenin bulunduğu Urfa’ya yaklaşık 50 km uzaklıkta bir ilçe. Değişik ev yapılarını da merak ediyoruz. Suriye sınırına en yakın noktada bulunuyor. Hatta öyle ki Suriye’de savaşta atılan bombalardan bazıları buraya isabet etmiş. Kuzey Mezopotamya’nın en eski yerleşim yeri. Harran, ünlü tıp ve matematik bilgini Sâbit bin Kurrâ, ünlü astronomi bilgini El-Battanî, atomun ve cebir ilminin mucidi, ünlü din bilgini Şeyhü’l İslam İbn-i Teymiyye gibi birçok bilim adamını yetiştirmiş.

İlk önce şehir surlarından bir bölüm görüyoruz. Harran kesme taştan yapılmış 187 burcu olan surlarla çevriliymiş bir zamanlar. Sekiz kapısı bulunan surlardan sadece bir tanesi, Halep Kapısı ayakta kalmış. Biz sağımıza solumuza bakınırken bir yerel rehber yanımıza geliyor birlikte gezmeye başlıyoruz.

Harran’ın Kümbet Evleri 1979 yılında arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak ilan edilmiş. Külah biçiminde konik kubbeli evler. Ben buna benzer yapıları İtalya Puglia’da, Alberobello köyünde görmüştüm. 150-200 yıllık evler. Örnek evleri gezdiriyorlar. İçleri yaz aylarında serin kış aylarında sıcak oluyormuş. Tam iklime uygun. Evlerin harcında gül yağı, saman, pişmiş toprak ve yumurta akı kullanılmış.30 ya da 40 sıra tuğla dizisi örülerek yapılmışlar. İçeriden ve dışarıdan balçıkla sıvanmışlar.

Her taraf süs dolu. Çocukluğumda annemin aldığı kahve için kadınlar duvar halısını görünce nostalji yaşıyorum. İçerde, kırmızı pul biberden tutun her çeşit takı ya da el emeği ürünleri satan kadınlar daha siz birine bakarken diğerini getiriyorlar.

Gezmeye devam ediyoruz. Dünyanın ilk üniversitesi tarihi Harran Üniversitesinin birkaç kalıntısına varıyoruz. Emeviler zamanında, 4000 yıl önce kurulmuş. Kazı çalışmalarına zaman zaman devam ediliyormuş.

Halfeti’nin Karagülü
Yolumuz Halfeti’ye doğru. Fıstık ağaçları arasından ilerliyoruz.
Şanlıurfa’ya bağlı, Birecik baraj gölü sayesinde deniz kenarında bir sayfiye yerini andıran Halfeti Cittaslow Uluslararası Koordinasyon Komitesinin 2013 yılında “Sakin Şehir” ağına dâhil olmuş. Tarihi evleri ve doğal güzellikleri ile mükemmel bir yer.2000 yılında Birecik barajının yapılması sırasında Halfeti ve çevresindeki köyler Fırat nehrinin suları altında kalmış. Buraya gelmeden Yeni Halfeti’den geçiyorsunuz. Sanıyorum sular altında kalan evler için buraya yenileri yapılmış ama o güzellik yok.Halfeti’ye girdiğinizde hemen tepeye o güzelim tarihi yeri mahfeden çok katlı bir otel dikilmiş.Nasıl böyle bir şeye müsaade etmişler anlaşılır gibi değil.

Halfeti hem Urfa hem de Antep’ten gelen turistlere ev sahipliği yapıyor. Suda gezinmek için tekneler koymuşlar. Biz hemen bu teknelerden birine binerek şu Fırat’ın sularında bir tur atmak istedik.
Çok keyifli. Her dilden çalan müzikler eşliğine birbirinden güzel manzaralar. Suyun olduğu her yer insanı başka diyarlara götürüyor. Tekne Rumkale yerleşiminde duruyor. Sular altında kalan minarenin görüntüsünde bir kahve içmek istiyoruz. Bazı şeylerin kaybolduğuna tanıklık etmek insanın ruh halini karıştırıyor. Bir zamanlar çok da uzun bir zaman önce değil burada günlük yaşamını sürdüren bir köy varmış şimdi suların derinliklerinde kaybolmuş.Halk ile konuştuğunuzda bizim topraklarımız verimliydi. Çeşit çeşit ürün alırdık. Mazi oldu diyorlar.

Buraya has en önemli özellik gonca halindeyken siyah olan daha sonra kırmızıya dönen Karagül. Türkiye’de sadece burada yetişiyor. Kutuların içinde Karagül kolonyası ve kurutulmuş Karagül her yerde satılıyor. Çok güzel.

Gezintiden sonra teknenin yanaştığı bir restoranda akşam yemeği pek hoş. Aslında planımızda bu geceyi Gaziantep’te geçirmek vardı ama bu güzel yeri görünce kalmadan edemedik. “Halfeti Yalı Restoran”. Bu sulardan çıkan “Şubut” balığı çok değişik bir lezzet.

Restoranı karşı kıyıya bağlayan ince bir köprü var. Oradan geçiyoruz. Akşam çökünce Halfeti daha bir güzel görünüyor. Buraya geldiğimizde birkaç otele bakmıştık. Birini çok beğenip akşam gelmek için sözleşmiştik..”Kasr-ı Canan” çok şirin bir eski evin oldukça modern döşenmiş hali.

Sabah kahvaltı muhteşem. Otelin terasında Halfeti manzarasında keyifli bir çay. İnanılmaz.
Halfeti’yi çok beğendik. Bana masalsı bir atmosferde yaşıyormuşum hissi verdi. Anadolu, her zaman bir gizemi size sunuyor. Kahvaltıdan sonra yine yollara düştük.

Kelaynak’ların yuvası Birecik
Hazır buralara kadar gelmişken Kelaynak kuşlarının bulunduğu Birecik’e uğruyoruz.Yine trafiği berbat bir yer. Kelaynak Kuşları, Nuh Peygamberin Tufan’da bereketlilik sembolü olarak gemisine aldığı rivayet edilen kuşlar. Nesli tükenmeye başlamış. Dünyada sadece Nil Vadisinde ve Birecik’te kalmışlar. Buradaki kayalara yerleşmişler.
Onlar için bir üretim çiftliği kurulmuş, çoğalmaları için uğraş veriliyor. Suyun kenarında Birecik 1950’de bu kuşların istilasına uğramış. Kırmızı gagalarıyla ilginç kuşlar.