Beste Serim Erbak: Doğu Anadolu Günlükleri – Bal Diyarı Bingöl

Doğu Anadolu Günlükleri 2022
Bal Diyarı Bingöl, Semiramis Tüneli

Muş’tan, Bingöl’e gidiyoruz. Düzgün, geniş, asfalt yolun her iki yanına, sağlı sollu yerleşmiş römorklarda kavun satan satıcılar pek hoş gözüküyor. Yolun sol tarafında kahverengi tabela Abdulvahap Gazi Türbesini gösteriyor.

İçeriye doğru giren toprak yol, mısır tarlalarının arasından geçiyor. Eski adıyla Mixakom, Çatbaşı Köyü yakınlarındaki, türbenin önünde duruyoruz. Anadolu’da çokça rastlanan kutsal kişilerin türbelerinden biri, Abdulvahap Gazi türbesi. Bahçe içinde, harap, bakımsız. Dönüşte buralarda çalışan iki işçi ana yola gitmek için el ediyor. Arabada sohbet ediyoruz. Pek uzun sürmüyor ama yine de yöre hakkında öğrenmek istediğimiz bazı bilgiler aldığımız için memnunuz. Onları indirdikten sonra Muş-Erzurum istikametinde devam ediyoruz. Şimdi sırada Mercimek kale höyüğü var. Çok fazla gitmeden yolun sağında, piramit şeklinde, höyük tüm heybetiyle gözüküyor. Hemen ana yoldan girilen bir toprak yol ile dibine kadar geliyoruz. Höyüğün altında kim bilir neler gizli. Bir gün kazı yapılır ise yeniden gelmek isterim buralara. Ayrıca Mayısta gelmeli, ters laleler açtığında. Yolda Baraj tabelası yazan bir yerden tekrar içeri giriyoruz ama bu yol çok kötü. Murat nehri üzerine Alpaslan -2.barajı yapılıyor. Baraj gölü güzel manzarası ile harika gözüküyor. Berrak, mavi, etrafını çevreleyen bitki örtüsüyle görülmeye değer. Ama buradaki çalışmalar bitmeden gelmemeli. Yolun sonu kapalı. Geri dönüp Varto ilçesine gidiyoruz. Yolda karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir inek, “Dikkat inek çıkabilir” tabelasını doğruluyor. Bingöl dağı eteğindeki Varto adı, çocukluğumda duyduğum çok fazla insanın hayatını kaybettiği büyük depremi çağrıştırıyor. Bölgede uzun yıllar Ermeniler yaşamış.

Varto’nun hemen girişinde Raqoon Kafe son derece modern bir işletme. Oturup yemeğimizi yedik. Biraz çevreyi dolaştıktan sonra Bingöl’e gitmek üzere ayrıldık. Akşam karanlığı çöküyordu ki şehre vardık. Grand Berti Otel oldukça modern büyük bir yapı. Akşam bisikletle Dünya turuna çıkan iki İsviçreli bayan turistle otelin bahçesinde yemek yedik. Sohbet ettik. Türkiye’den sonra İran’a gidiyorlarmış. Hatta yarın Erzurum’daki İran konsolosluğundan vize alacaklarını söylediler. Bu sırada daha önce planladığımız Karlıova’da güneşin doğuşunu seyretmek istediğimden bahsediyorum ama bunun zor olduğunu söylüyorlar. Sabah çok erken hareket edip, bir, buçuk saatlik yoldan sonra tırmanılacak bir yerde olduğunu öğrenince vaz geçiyoruz.

Ertesi sabah otelin bahçeye açılan terasında her şeyin hakikisinden tadılan nefis bir kahvaltının ardından, yola koyulduk, bu gece Siirt’te konaklayacağız. Bingöl, balı ile ünlü. Hatta o kadar ünlü ki bu konuda ulusal ve uluslararası alanda birçok ödüle ev sahipliği yapıyor. 2017 yılında dünya ikincisi olduktan sonra Bingöl’ün adı daha çok duyulmaya başlamış. Bu yıl Haziran ayında24 farklı ülkeden toplamda yüzden fazla bal üreticisinin katıldığı, İngiltere’de yapılan yarışmada, “Çapakçur Bal” “Gold Balı” kategorisinde yer alarak, altın madalya kazanmış. Çapakçur Bingöl’ün eski adı. Bu yöre balının ana kaynağı yüksek rakımlı yaylalarda yetişen Geven (keven),beyaz yonca, üçgül ve kekik bitkileri. Adı geçen bitkilerin çiçeklenme zamanları birbirine çok yakın olduğu için elde edilen karışım, balın tadı ve aromasının kalitesini yükseltiyor. Keven bitkisi adeta bir şifa deposu. Birçok hastalığı karşı vücudun direncini arttırıyor. Ayrıca rakımın yüksek olması da etkili oluyor. Çarşıda “Çapakçur Bal” dükkânını bulunca hemen giriyor, sahibi ile sohbet ediyoruz. Aradaki dar sokaklarda dolaşıyoruz. Bal satan birçok dükkân gözüme çarpıyor. Bingöl’den Buban bacalarını görmek için harekete geçiyoruz.

Yaklaşık 30km sonra anayolda Kaya Mezarı – Buban Bacaları yazan kahverengi tabeladan içeriye girerek toprak yoldan ilerliyoruz. Toz toprak içinde Sudüğünü köyüne vardık. Dağ, tepe aşıyoruz. Yolda doğru dürüst bir tabela olmadığı için öylesine gidiyoruz. Oğuldere köyünün eski adı Buban’mış. Yol bir müddet sonra bitiyor. Sol tarafındaki dağlarda beyaz zemin üzerinde yükselen sivri kayalar oldukça fazla sayıdalar. Bacalar vadi yamaçlarından inen sel suları ve rüzgâr gibi dış etkilerle tüf yapının aşınmasıyla oluşmuş. Kısa boylu peri bacaları. Bu değişik oluşumların bir de efsanesi var. Çok eski zamanlarda burada bir düğün yapılıyormuş. Düğün sırasında bulunan onlarca davetli dini inançlarına ters düşen bir yemin edince Allah tarafından bu bacaları andıran taşlara dönüşmüşler. Bu tür taşa dönüşen insanların olduğu efsaneler çoğunlukta.

Tekrar ana yola dönüp, Bingöl – Solhan karayolundan, 5km kadar içeri girince,Hazarşah Köyü yakınlarında, bir düzlükte yer alan Solhan Yüzen Adalar Tabiat Parkına varıyoruz. Burası 2005 yılında, tabiat anıtı olarak ilan edilmiş. Sıra dışı doğa harikası bir yer. Etrafı çayırla kaplı küçük bir göl ve üzerinde gölden bağımsız hareket edebilen, yuvarlak şekilli üç adet toprak parçası, adacık. Bunlar sopalar ile itilerek hareket ettirilebiliyorlar. Hatta rüzgârın bile etkisiyle tıpkı sal gibi suyun üzerinde süzülüyorlar. Bataklık, çamur ve suda yüzen çeşitli bitkiler gölü sarmalamış. Adacıklardan birinin üzerinde bodur bir dişbudak ağacı bulunuyor. Suyun 50-60m derinlikte olduğu söyleniyor.

Çevre düzenlemesi yapılmış. Girişte bir kafeterya bulunuyor. Gölün etrafı tahta bir yürüyüş yolu veçit ile çevrilmiş. Ancak kilitli bir kapıdan içeriye girilebiliyor. Bunun için önce bir ücret ödemeniz gerekiyor. Biletimizi aldıktan sonra bir delikanlı size eşlik ediyor ve kapıyı açıyor. Göl hakkında verdiği bilgilerden sonra ağaçlı adacığı sopa ile kıyıya çekiyor. Üzerine çıkıyoruz. Yumuşak bir zeminde tuhaf bir duygu içinde hareket ediyoruz. Adacık kıyıdan uzaklaşıyor. Suyun yüzeyinde kayıyoruz. Diğer adacıktaki kişilerle konuşuyoruz. Denizde giden tekneler misali. Çok eğlenceli ama aslında kişilerin bunların üzerine çıkmaları zarar veriyormuş. Belki ilerde yasaklanır. Bir şeyler yedikten sonra yollara düşüyoruz. Geceyi Siirt’te geçireceğiz.

Yol üzerinde yine çok değişik bir doğa olayına da şahit oluyoruz. Bitlis Deliklitaş Travertenleri. Kendi kadar öyküsü ile de dikkat çekici.
Aslında Deliklitaş, yada diğer adı ile Semiramis Tüneli, yekpare bir kayadan oluşan dev bir dağ kütlesinin, içi oyularak yapılmış. Tarih boyunca Bitlis- Siirt güzergâhı arasında gidip gelen seyyahların, kervanların, süvari ve orduların içinden geçtiği bir geçit olarak kullanılmış. Bir çeşit kapı görevini görmüş bu taştan oyuk. Tam olarak ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Ancak, antik çağlarda (M.Ö. 800) yaşamış Asur kraliçesi Semiramis’in emriyle yaptırıldığı söyleniyor. Binlerce yıl savaşlar, istilalar, depremlerle ayakta kalabilmeyi başarabilmiş olan Deliklitaş tüneli ne yazık ki 1971 yılında yapılan yol çalışmaları sırasında yıkılmış. Fakat kaya kütlesinden, kükürt ve zengin maden bileşimleri içeren kaynak sularının fışkırması sonucunda travertenlere benzer muhteşem bir yapı oluşmuş. Kapının isyanı sanki. Yolun kara tarafında yer alan bu güzellikte bol bol fotoğraf çekiyoruz. Ayrıca damlayan sulardan da içmek hoş oldu doğrusu. Akşam geç bir vakit Siirt’e gelip, Barden Otele yerleştik.