ANADOLU’DA 3500 km.
Çorum’dan sabah çıktığımız yola devam ediyoruz. Saat beş oldu bile.
Hava erken kararıyor. Sarınaşa Dağ Evleri’nden geçiyoruz. Osmancık‘a yaklaştıkça pirinç tarlaları bizi karşılıyor. Çok merak ediyoruz. Su kanallarının bol olduğu pirinç tarlalarını hayranlıkla izliyorum. Türk sofralarının vazgeçilmezi pilav. Tane tane pirinçler. Buğday başağına benzer bir bitki. Nasıl bir emek bunların toplanması. Yerken hiç de öyle düşünmüyor insan. Engin bir yeşillik.
Akşam karanlığında Kastomonu’ya bağlı Tosya‘ya varıyoruz. Küçük bir yer. Ama sanıyorum ana yol güzergâhında olduğu için güzel bir otel yapmışlar. Hotel Doğramacı. Otelin girişinde kese sabun gibi hamamda kullanılan malzemelerin satılması dikkatimi çekiyor. Yemek için dışarı çıkıyoruz. Yukarıya doğru hafif yokuş olan bir cadde Atatürk Caddesi’nde ilerliyoruz. Ana meydana geldiğimizde Tosya Kebap adlı bir restoran dikkatimizi çekiyor. Zaten başka açık bir lokanta görünürde yok. Yemek lezzetli. Hava biraz serin ama dışarıya oturuyoruz. Yanımıza gelen garson ile sohbet ediyoruz. İsmi Fatih Urkuş‘ muş. Tosyalıymış. Burada ne meşhur diye sorduğumuzda 40 dişli çakı diyor. Hakikaten dükkânlara şöyle bir göz atınca, her yerde görebiliyorsunuz. Tosya’da bıçakçılık ünlüymüş. Hatta çakıların ya da bıçakların saplarına çeşitli işlemeler de yapılıyormuş. Tabii pirinç burada ayrı bir önem taşıyor. Hatta Ağustos ayında “Pirinç Festivali” yapılıyormuş. Biz kaçırdık. Burada en tanınmış pirinç türü “Sarı Kılçık”. Ondan yapılan pilavı herkes pişiremezmiş. Biz yiyemedik. Çünkü öğlen pişiriyorlarmış. Ben ısrarla iyi pilav yaparım desem de bunu yapamazsınız dediler. Pirinç pazarına gitmeye karar verdik.
Fatih Bey’e verdiği bilgiler için teşekkür edip ayrıldık. Otelimize döndük.
Ertesi sabah kahvaltı otelin çatısındaydı. Oldukça da zengindi. Kahvaltıdan sonra tekrar merkeze geldik. Merkezdeki Atatürk heykeli çok hoşuma gitti. Boyutları küçük fakat alışılmışın dışındaydı. Bir yokuştan çıkarak Pirinç Pazarına ulaştık. Aslında burada pirinç toptan satılıyor ama biz birkaç kilo aldık. Pirinç satıcılarından Âdem Öztekin bana Sarı Kılçık pirinci ile pilavın nasıl yapılacağını tarif etti. Henüz pişirmedim ama deneyeceğim. Bakalım ne olacak. Tosya’dan çıkıp Ilgaz Dağı‘na doğru yol aldık. Hep aklımda o türkü “Ilgaz, Anadolu’nun sen yüce bir dağısın“.. Yollar şahane. Rahat rahat tırmanıyorsunuz. Ilgaz Milli Parkı.
Derbent Otel‘e vardık. Anlatılana göre buranın en eski oteliymiş. Çok bakımlı olduğu söylenemez. Kış sporu yapmak için gelenlerin tercih ettiği bir otelmiş. Otelin karşısında bir de Şehitler Abidesi var. Kurtuluş Savaşı’nda Ilgaz Dağı Derbent karakolunda şehit düşen erler adına yapılmış. Diğerlerine göre fiyatları daha iyi. Dağ yeşillikler içinde. Alabildiğine orman. Mis gibi bir hava. Daha tepeye tırmanınca “Mountain Resort” diye bir tatil köyü görüyorsunuz. Bisiklete binenler yürüyenler. Tam dinlenmek için. Kastamonu’dan başlayan İnebolu’ya kadar giden(105 km) her yıl yapılan “Atatürk ve İstiklal Yolu Yürüyüşü” Ilgaz Dağlarından geçiyormuş. Ülkenin her yerinden yürüyüşçüler geliyormuş. İnebolu, halkının İstiklal Savaşında gösterdikleri kahramanlıklar dolayısıyla TBMM tarafından İstiklal Madalyası almış.
Buradan rotamız Bolu’ya devam ediyor.