Beste Serim Erbak: Tayland

Tayland’a ikinci kez gidiyorum. Geçen sefer gezemediğim yerleri bu defa görmeyi hedefledim. Ve sonuçta hedefime ulaşmanın keyfini yaşıyorum.

Kızımla birlikte 26 Ocak 2013 günü 15.35’te İstanbul’dan Dubai’ye hareket ettik. Emirates Havayollarını tercih ettik. Zira en uygun bilet. Her ne kadar direk uçmasa da diğer havayolları ile karşılaştırırsak fiyat yarı yarıya. Yerel saat ile 21.45’te, Dubai, Doha havaalanına vardık. Oldukça büyük ve modern. Bangkok’a gidecek uçağımızın kalkış saati yakın olduğu için acele etmemiz gerekiyor. Biz nasıl koşarız falan derken, uçak çıkışında bizi bir yetkilinin beklediğini gördük. Tüm Bangkok yolcuları toplanınca görevlinin peşine takıldık. Uçağa ulaşmak için hızlı adımlarla adeta koşarak yürüdük. Hatta trene bile bindik. İlkönce böyle bir uygulamaya ne gerek var diye düşünmüştük ama bu kadar yol gidince hakları varmış dedik. Uçağımız 23.10’da kalktı.550 kişi kapasiteli uçakta bir kişilik bile boş yer yok. Koltukların arkasında bulunan panellerden vizyona yeni girmiş filmlerini seyrettik.
Yerel saat ile sabah 8.00’de Bangkok, Suvarnabhumi Havaalanına vardık. Daha önceden yer ayırttığımız İbis Riverside Otel’den bizi karşılamaya geldiler. Bangkok’un Chao Phraya Nehri kıyısında çok güzel bir otel. Paris için Seine nehri ne ise Bangkok için de Chao Phraya nehri de o.

Bangkok’un havası değişik. Kanımca nefes problemi olan kişiler için sıkıntı yaratabilir. Havaalanı şehir merkezine 45-50 dakika mesafede. Fakat bu uzaklık Bangkok’un trafiği ile birleşince bir hayli fazla zaman kaybetme olasılığı yüksek.
Tayland ile zaman farkı, uzun saatler uçuş bizi epeyce yordu. Odamız rahat biraz dinlendik. Yüksek sezon olması nedeniyle otelde boş tek bir yer bile yok.
Bangkok’ta gezilecek yerler hakkında bilgi almak için resepsiyondaki görevlilere danışında bize hemen yan taraftaki masayı işaret ediyorlar. Buradaki yetkililer turları gösterip bilgi veriyorlar.
Her otelde böyle bir çözüm bulmuşlar. Şehir turistik olunca, anlaşılan sorulardan yılmışlar. Ama masada oturanlardan biri tur almamız için o kadar ısrarcı ki epeyce can sıkıyor. Daha sonraki günlerde bu kişinin orada bulunmadığını gördük. Anlaşılan başkalarının da canını sıkmış. Hem çok yorgun olduğumuz hem de Tayland’a gelinir de masaj yaptırılmaz mı diye düşünerek masaj satın aldık. Daha sonra otelin nehir kıyısında terasına oturup kahve içerken baktık ki masaj orta yerde yapılıyor. Vazgeçtik.

Önce Jim Thompson’ un evine gitmeye karar verdik. Otelimizden evin bulunduğu yere tuk tuk ile ulaştık. Şöyle bir hikayesi var: II. Dünya Savaşı sırasında Amerikalı bir asker olan Jim Thompson’un yolu, Bangkok’a düşer ve o da burada yaşamını sürdürmeye karar verir. Jim Thompson New Yorklu bir mimar. Bangkoklular kendisini kahraman olarak görüyorlar. Zira Tayland ipeğini dünyaya tanıtan kişi olarak biliniyor. Jim Thompson 1967 yılında Malezya’da bir arkadaşının evindeyken bir anda kayboluyor. Bir daha da bulunamıyor. Hatta içtiği sigara bile tablada dururken. Bu olay hakkında birçok rivayet var. Jim Thomson’un CIA ajanı olduğu için kaçırılması gibi. Daha sonra kız kardeşi de ölü bulunuyor. Ortadan kaybolmasının ardından erkek kardeşi evi eşyalarıyla birlikte Tayland Devletine bağışlıyor. Onlarda burayı müze haline getiriyorlar.

Girişte bizi milli giysileriyle ipek elde etme işlemini gösteren bir bey ve hanım karşılıyor. İnce ve zarif hanım bir yandan da müzik eşliğinde geleneksel Tayland dansı yapıyor. Burada küçük çantalardan tutun da
muhteşem ipek elbiseler, yastıklar, daha birçok ürünün bulunduğu bir mağaza bulunuyor. Küçük fil desenlerinin bulunduğu ürünler dünyada Jim Thompson markası olarak biliniyor. Çok da ucuz olduğunu söyleyemem. Giriş için de ücret ödüyorsunuz. Size küçük bir grup oluşunca bir rehber veriyorlar. Ev birkaç bölümden oluşuyor. Kırmızı tik ağacından yapılmış. Kanal kenarında. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Girişteki dolaplara tüm eşyanızı bırakıp kitliyorsunuz. Jim Thompson aynı zamanda antikaya meraklıymış. İçerdeki eşyaların hem yerleşimleri
hem de değerleri anlatılamaz. Ayrıca Jim Thompson çok uzun boylu olduğu için kapılar ve evin tavanı oldukça yüksek. Bahçe de çok mükemmel. Ayrıca buraya bir de Tay yemeklerinin ve tatlarının sunulduğu bir restoran açılmış. Evin girişine yakın kitap ve kâğıt ürünlerin satıldığı bir diğer mağaza var. O kadar güzel bir yer ki Jim Thompson inanılmaz zevkli bir yaşam sürmüş. İnsan huzur buluyor. Emeğin olmadığı en küçük bir nota bile yok.

Restoranda tay çaylarımızı içerken, sakinliği güzelliği içimize sindiriyoruz. Çıkışta bir katlı otopark dikkatimi çekiyor. Her yerden çiçekler sarkıyor. Fotoğrafını çekmeden yapamıyorum. Artık masaj yaptıracağız. Ana caddede büyük bir salona giriyoruz.. Sıra sıra koltuklar ve bir dizi uzanmış insan masaj yapan taylı kızlar. Burada masaj günün bir parçası. Ve çok ucuz. Mutlaka Tai masajı yaptırmalısınız. Masajdan sonra insan kendini anlatılmaz zinde hissediyor.

Akşam yemeğini Phraya nehri kıyısında “Le Grand Perle” restoranda yiyoruz. Yemekler nefis. Bangkok’ta Fransız tatları… Gece Bangkok bir başka güzel. Gece turları yapan turist gemileri, her iki yakaya yolcu taşıyan ufak tipik tekneler suyun üzerinde süzülüyorlar..Saksofon sesinin geminin ucundaki müzisyenden geldiğini anlıyoruz. Gemi kıyıya yanaşırken mürettebat güvertede denizci selamı veriyor. Gemide tai dansı yapan kızlar geleneksel giysileri ile fotoğraf çektiriyorlar.

Yemekten sonra geceye State Tower’da Lebua Sky Bar’da devam ediyoruz. Şık giyinmek şart.

63.katta bir bar.”Hangover Pary II ” adlı filmin bazı sahneleri burada çekilmiş. Güzel bir mimarisi var. Bangkok ışıklarıyla ayaklar altında. Bar ve restoran birlikte. Her yerinden fotoğraf çekmeye izin verilmiyor. Korumalar cirit atıyor… Bangkok’ta hoş bir akşam geçirmek isterseniz, doğru adres.

Ertesi gün Chiang Mai’ye gideceğimiz için erkenden dönüyoruz.