Beste Serim Erbak: Uçsuz Bucaksız Anadolu- 10.Bölüm TARSUS

Uçsuz Bucaksız Anadolu- 10.Bölüm TARSUS

Zeugma’dan sonra akşam vakti Mersin’in 7 bin yıllık tarihi ilçesi, Tarsus’a vardık. Anadolu’nun ilk yerleşim yerlerinden biri olan ilçe, aynı zamanda dini coğrafya açısından, en zengin topraklar olma özelliğini taşıyor.

Tarihte, Kilikya, Roma, Emevi, Abbasi ve Osmanlı Devletinin egemenliğini sürdürdüğü Tarsus’un, Nuh Peygamberin torunu Tarasis tarafından kurulduğu iddia ediliyor. Hıristiyanlık tarihinde, bilhassa ilk dönem Hıristiyanlığında, Kudüs ve Antakya gibi Tarsus’un da çok önemli bir yeri var. Asıl önemi ise Hıristiyanlarda, yabancıların ya da paganların havarisi olarak kabul edilen Pavlus ‘un buralı olması. Özellikle Hıristiyan dünyasında Tarsus adı, günümüz Hıristiyanlığının gerçek mimarı olan Pavlus ile birlikte anılıyor.

Pavlus, varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak Tarsus’ta dünyaya gelmiş. Hıristiyan olmadan önce iyi bir eğitim alarak Tarsus’ta Hahamlık yapmış ve Grek felsefesi okumuş. Aziz Paulos o zamanlar Roma vatandaşı. Anlatılanlara göre bir çadır yapma ustası olan St. Paul önceleri Hıristiyanlığa inanmıyor. Bir gün iş için Şam’a giderken kuvvetli gelen bir ışık gözlerini kör ediyor. O zaman Hıristiyanlığa inanmadığı için kör olduğunu düşünüyor ve tövbe ediyor. Gözleri açılıyor. O zamandan sonra bu dini yaymak için diyar diyar geziyor. Efes’te iki sene çadır ustası olarak çalışıyor. Antakya, Milet, Konya, Yalvaç, İzmir gibi yerleri dolaşıp misyonerlik yapıyor. En son Roma’ya dönüyor ve orada öldürülüyor.

Ana caddede, ilk rastladığımız otel Zorbaz’a yerleştik. Bu saatte açık bir lokanta bulmak zor. Ancak tek bir yerde yiyebileceğimizi söylediler. Çarşının içine doğru biraz yürüyünce ışıkları yanan Kent Lokantası hemen fark ediliyor. Güzel bir çorba iyi geldi. Arka masamızda oturan gençler bize nereli olduğumuzu soruyorlar. Böylece sohbet başlıyor. Tarsus’u anlatıyorlar. Burada neresi kazılırsa orada tarihi bir kalıntı çıkıyormuş. Bu yüzden yeni yapılar hep yarım kalıyormuş. “Taşı toprağı tarih kokuyor Tarsus’umuzun” deyip ilave ediyorlar buranın tarih boyunca inanç, bilim ve düşüncenin merkezi olduğunu söylüyorlar. Ayrıca buradaki gizemli evden de söz ediyorlar. Bu evde ne bulunduğu bilinmiyor. Devlet yetkilileri tarafından bir yıl süre ile ev kapatılıp kazı yapılıyor.

Sabah kahvaltısının ardından Tarsus’u gezmeye başladık. Eski evlerin sıralandığı dar sokaklarda sağa sola baka baka yürüyoruz. Cumbalar çok değişik. İsa’nın 12 havarisinden biri olan St. Paul’un doğduğu ev ilk ziyaret ettiğimiz yer. Bahçesinde bir kuyu var. Hristiyan Dünyasının kutsal mekânı olarak kabul ediliyor. Gezdiğimiz St. Paul kilisesi de birçok tarihi olaya tanıklık yapmış.

Tarsus “Şahmeran” ile tanınıyor. Aynı Mardin gibi. Şahmeran hakkında birçok efsane anlatılıyor. En ilginç olan birinden söz edeyim.
Şahmeran Farsçada yılanların şahı anlamına geliyor. Başı güzel bir kadın gövdesi ise yılan olan efsanevi bir mitolojik yaratık. . Bu yaratığın buralarda yaşadığı düşünülüyor.
Hikâye şöyle;“Bir zamanlar Tarsus’ta çok yılan yaşarmış. Bu yılanlara Meran, kraliçelerine de Şahmeran denilirmiş. Odun satan fakir bir ailenin çocuğu Cemşab bir gün bal toplayabilmek için arkadaşlarıyla birlikte bir mağaraya girmiş.Ama arkadaşları, oyun olsun diye onu mağarada yalnız bırakıp, kaçmışlar.Cemşab etrafına bakınırken bir yerden ışık geldiğini görmüş.Bu deliği genişletince karşısına cennet gibi bir bahçe çıkmış. Bahçede muhteşem çiçekler,güzel bir havuz ve sayısız yılan varmış. Cemşab, yılanların kraliçesi Şahmeran’a âşık olmuş ve yıllarca onunla birlikte yaşamış.Ama belli bir zaman sonra ailesini çok özlediği için onları görmek istemiş. Şahmeran bir şartla ailesinin yanına gitmesine izin vermiş. Ne olursa olsun kimseye onun yerini söylememeliymiş. Cemşab bu isteğini kabul etmiş ve ailesinin yanında yaşamaya başlamış.Bir gün Padişah çok hastalanınca,dalkavuk Vezir Padişah’a ancak Şahmeran’ın etini yerse iyileşebileceğini söylemiş. Vezire göre tüm erkekler hamama götürülerek bakılmalı, derisi yılan olan varsa o kişi Şahmeran’ın yerini biliyor demekmiş. Cemşab derisi yılan derisi olduğu için Şahmeran’ın yerini söylemek zorunda kalmış.Şahmeran ondan üzülmemesini ama dediklerini yapmasını istemiş.Şahmeran yakalanıp, Tarsus’taki hamamda öldürülerek parçalanmış. Hamamın duvarlarında hala onun kanının izleri olduğuna inanılıyor. Şahmeran kuyruğunu kaynatıp suyunu vezirin içmesini istemiş.Vezir ölmüş. Etini Padişah yemiş ve iyileşmiş. Kafasını ise Cemşab yemiş Lokman hekim olmuş. Yeraltından dışarı çıkarken Şahmeran yılanlara bir düğüne gittiğini söylemiş. Efsane bu ya yukarıda davulların çaldığını duyan yılanlar hala Şahmeran’ın düğünde olduğunu düşünürlermiş. Bir gün öldüğünü anlarlarsa Tarsus’u işkâl edeceklermiş.”
Tarsus meydanda Şahmeran Heykeli siyah ve tüm duruyor.

Merkezde bulunan Makam-ı Daniyal Camisinin( Danyal Peygamber’in türbesi) öyküsü de dikkate değer. Danyal Peygamber M.Ö 605-562 yıllarında yaşamış. Bir zamanlar Babil kralı halka çok eziyet ediyormuş. Kral rüyasında İsrailoğullarından doğacak bir erkek çocuğun bir gün onun tahtını ele geçireceğini görmüş. Bunun üzerine doğan tüm erkek çocukların öldürülmesini emretmiş. Danyal Peygamber doğar doğmaz ailesi onu bir mağaraya bırakmış. Burada bir erkek bir dişi aslan tarafından büyütülmüş. Genç delikanlı olunca Tarsus’a gelmiş. Oraya bolluk, bereket getirmiş. Ölünce Makam Camiinin bahçesine gömülmüş. Daha sonraları Hz Ömer devrinde mezar açılmış bulunan cesedin parmağındaki yüzüğün iki aslan arasında duran bir çocuk işlemesi olması bu cesedin Danyal Peygambere ait olduğunu ortaya çıkarmış. Hz Ömer mezarı çok derinlere taşıtmış. 2014 yılında camiye ilave yapılmak istenince mezar bulunmuş. Ayrıca burada bir de ev bulunmuş. Şimdi ziyaret edebiliyorsunuz.

Buradan Kırkkaşık Bedestenini ziyaret ediyoruz. Ramazanoğluları Beyliği’nden Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından, 1579 yılında Ulu Cami ile birlikte yaptırılmış. Kesme taştan, üzeri kubbeli. Yöresel el sanatları, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma gibi hediyelik eşyalar satılıyor. Restoranlar, yöreye özgü Türk Kahvesi’nin (Tarsusi) ikram edildiği kafeler bulunuyor. Bedestene karşılıklı iki kapıdan girilebiliyor.

Benim böbrek ağrım tutunca otele geri dönmek zorunda kalıyoruz. Biraz dinleniyorum. Otelden çıkıp ünlü Tarsus Şelalesini görmeye gidiyoruz. Akdeniz’e dökülen Berdan ırmağı üzerinde. Berdan “soğuk su ”anlamına geliyor. Hatta su o kadar soğuk ki tarihte Büyük İskender burada yıkanınca zatürreye yakalanıyor ve ölüyor. Etrafını teller ile çevirmişler. Kimse suya atlamasın diye ama bu konuda pek başarılı olamamışlar.

Şelaleye bakan kafede oturup bir çay içmenin keyfine diyecek yok. Çıkışta bu yörelere has, Karsambaç ve Bici Bici adında kar kullanarak yapılan çilekli, muzlu olan bir çeşit dondurma satılıyor.

TAŞUCU / OLBA
Taşucu’na vardığımızda kalabalık başladı. Denize girmek isteyen turistler sahilleri doldurmuş. Uzun yollar geçtikten sonra bir hayli yorgun olarak geldiğimiz bu güzel yerde en az iki gece kalarak dinlenmek istiyoruz. Otel ararken denize oldukça yakın “Lotus Boutique Hotel” hoşumuza gidiyor. Bir aile işletmesi. Samimi insanlar. Hemen denize giriyoruz. Dinlenmeyi hak ettik.

Akşam havuz kenarında oturup sohbet etmek pek zevkli. Devamlı müşterileri var. Ertesi gün öğlen yemeği için “Taş Konak” diye bir yere gidiyoruz. Bahçe içinde pek güzel bir restoran. Doğada nefis yemek. Silifke’nin yoğurdu meşhur. Tatmadan gitmiyoruz. Öğleden sonra Olba Antik Kenti bizi bekliyor. Gerçekten mükemmel. Ben biraz rahatsız olduğum için zor geziyorum ama çok güzel.

Helenistik dönemde Olba Krallığı’nın merkezi. Aynı zamanda bir ticaret şehri. Birbirinden bağımsız gibi gözüken kalıntılar aslında çok büyük bir yerleşimi işaret ediyor. Akropole, kiliseler, su kemerleri, manastır, çeşme, tiyatro binası, nekropol.

Ertesi gün sabah denize girdikten sonra yola koyuluyoruz. İstikamet Isparta. Yolda Eğirdir’e uğruyoruz ama yer bulmak ne mümkün her yer dolmuş. Böyle olunca da çok kötü oteller bile birinci sınıf otel fiyatı veriyorlar. Fırsatçılık çok fazla. Baktık olacak gibi değil biz de Isparta’ya gidiyoruz. Benim taş ağrım çok fazlalaşınca kendimizi Hilton otele atıyoruz ve hemen şehir hastanesine gidiyoruz. İğneler falan ağrım kesiliyor. Rahat bir uykudan sonra 23 Temmuz’da İzmir’e dönüyoruz. Sonu biraz sancılı da olsa harika bir seyahatti. Böylece 5000km’yi tamamlıyoruz. Anadolu’muz inanılmaz güzellikler barındırıyor.